TAKVA SAHİBİ OLMAK NASIL OLUR? GEREKLİ Mİ?
Kars Manşet Yazarı Dr. Doğan Kuşman'ın "TAKVA SAHİBİ OLMAK NASIL OLUR? GEREKLİ Mİ?" başlıklı köşe yazısı:
KAF - 31:Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
Cennet’e sadece takva sahiplerinin gireceğini söylüyor Rabbimiz. Demek ki takva sahibi olmak gerekli.
Hani şu tanıdığınız çok dindar kişilere bir sorun bakalım; “Takva sahibi nasıl olabilirim?” diye. Allah, cennetine takva sahiplerini cennetine alıyor da, İslâmın beş şartını yeterli görenler beş şartı yerine getirince takva sahibi olabiliyor mu? Yoksa takva sahibi olabilmek için Allah’tan korkmak lazım mı diyecekler.
Genelde Kur-an-ı Kerim meali yazan o çok değerli büyükler (küberalar) Allah’tan korkanlara takva sahibi derler.
Aslında Allah’tan korkan takva sahibi ise, bakın bakalım Allah’tan korkanlar takva sahibi mi? Siz karar verin.
HAŞR - 16:Ke meseliş şeytâni iz kâle lil insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbel âlemîn(âlemîne). (Münafıkların size vaadleri), şeytanın (vaadlerinin) durumu gibidir. İnsana: “İnkâr et (kâfir ol).” demişti. Fakat, inkâr ettiği zaman: “Muhakkak ki ben senden uzağım, elbette ben, âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarım.” dedi.
Şeytan gibi korkuyorsanız o korkunuz takva sahibi olmanız değil, imansızlıktan gelen bir korkudur. Allah’tan korku varsa bu Allah'ın bize olan sevgisinin azalacağı korkusu olmalı.
BAKARA - 150:Ve min haysu harecte fe velli vecheke şatral mescidil harâm(harâmi), ve haysu mâ kuntum fe vellûvucûhekum şatrahu li ellâ yekûne lin nâsi aleykum hucceh(huccetun), illellezîne zalemû minhum fe lâ tahşevhum vahşevnî ve li utimme ni’metî aleykum ve leallekum tehtedûn(tehtedûne).Nereden (yola) çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Nerede olursanız olun, yüzlerinizi o yöne çevirin ki; insanların sizin aleyhinizde (kullanabilecekleri) delil olmasın. Onlardan zulmedenler hariç. Öyleyse onlardan korkmayın. Benden (sizin üzerinizdeki sevgimin azalacağından) korkun ki; sizin üzerinizdeki ni'metimi tamamlayayım da böylece hidayete eresiniz.
“İşte biz böyle korkuyoruz” diyenler olacak; sorun bakalım, yukarıda ki ayete göre bu korku sonucu; Allah'ın sözü var “üzerinize nimeti tamamladı mı?” Eğer Allah'ın nimeti üzeriniz de ise o zaman siz gerçekten Sırat-ı Müstakim üzeresiniz.
FATİHA - 7:Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).O (SIRATI MUSTAKÎM) ki; (başlarının) üzerlerine (Devrin İmamı'nın ruhunu) ni'met olarak verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.
“Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların yolu” değil diyor Rabbimiz. Üzerinizde demek ki nimet verilmiş olması lazım. Tabi nimettir diye ekmeği başınızda taşıyın demiyor.
Peki, bu nimeti Allah nasıl insanların üzerine veriyor? Bakalım rabbimiz bu konuda ne diyor?
AL-İ İMRAN - 164:Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin). Andolsun ki mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere kendi zamanlarında, kendi içlerinden bir resûl beas ederiz, onların aralarında (kendi kavminin içinde) onlara Allah'ın âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (resûle tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler.
Allah aramızdan bir resule üzerimize NİMET olması için görev veriyor. Bu resul nebi resul olması mümkün olamayacağına göre Allah dostlarından bir veli resuldür. İtiraz edilecek bir durum yok bu resulün canlı olması lazım ki insanlara Allah'ın ayetlerini okuya bilsin nefsimizi temizleye bilsin ve bizlere Kur-an-ı Kerim’i öğretebilsin. Sonunda Rabbimiz; “ Ondan evvel (resûle tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler” diyor. Hadi bakalım Kur-an-ı Kerim’i ben bir hafızdan öğrenirim deyin veya İslâm’ın beş şartı yeter deyin. Yani Allah'ın dediğinin hiç mi önemi yok?
İnsanlar Allah hakkında bir hüküm verirken çok dikkatli olmalı, cahillik ile sarf edilen bir söz bırakın dinin içinde olmayı insanı şeytan ile birlikte kılar.
Bu bahsi geçen resul peygamberimiz SAV Efendimizin mutlak izinden giden bir Allah dostu olması lazım. Eğer Peygamberimiz SAV Efendimizin izinden gidiyorsa, Allah'ın emirlerini aynısını iletmesi gerekir.
Mesela Peygamberimiz SAV Efendimiz insanları Allah'a davet etmiştir. Ama kimsenin bu davetten haberleri yok.
KASAS - 87:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne). Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma!
Peki bu davetten haberi olmamasının sebebi ne; dini öğretmek ile görevli din adamları değil mi? Tamam Allah'a davete icabet ettik ruhumuzu sahibi olan Allah'a ulaştırmayı diledik. Ne olacak? Dersek mutlaka Allah'a ulaştıran yola ulaşmamız lazım.
NİSA - 175:Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen). Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.
Sırat-ı Müstakim ile ulaşacağımızı belirtmiş rabbimiz. Şimdi hep okuduğumuz Fatiha da biz ne istiyoruz.
FATİHA - 6:İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme). (Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır).
Sırat-ı Mustakim e bizi ulaştır (hidayet et) diyoruz. Bunun için peygamberimiz SAV Efendimizin bu konuda ne buyurmuş biliyor musunuz?
MU'MİNUN - 73:Ve inneke le ted’ûhum ilâ sırâtın mustakîm (mustakîmin).Ve muhakkak ki; sen, mutlaka onları Sıratı Mustakîm'e davet ediyorsun.
Peygamberimiz SAV Efendimizin bu davetlerini bilmeyeceksin sonrada çevrendekilere dindarmış görüneceksin; Allah'a karşı yalan söylemenin ne anlama geldiğini bilmiyorlar sanırım.
SAF - 7:Ve men azlemu mimmenifterâ alallâhil kezibe ve huve yud’â ilel islâm, vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).İslâm'a (teslime) davet olunurken, Allah'a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kim vardır? Ve Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.
İşte bu kişiler kibirli kişilerdir.
ZUMER - 60:Ve yevmel kıyâmeti terellezîne kezebû alallâhi vucûhuhum musveddeh(musveddetun), e leysefî cehenneme mesven lil mutekebbirîn(mutekebbirîne). Ve kıyâmet günü, Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerini kararmış görürsün. Kibirlenenlerin yeri cehennemde değil mi?
Allah'ın dinini sadece öğrenmenin bir faydası yoktur ve yapılan hataların bilerek yapılmış olması şirk olmasına neden oluyor. Dinini yaşaması mümkün değildir.
MAİDE - 68:Kul yâ ehlel kitâbi! lestum alâ şey’in hattâ tukîmût Tevrâte vel İncîle ve mâ unzile ileykum min rabbikum ve le yezîdenne kesîren minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufr(kufren), fe lâ te’se alâl kavmil kâfirîn(kâfirîne).De ki; "Ey Ehli Kitap! Tevrat'ı, İncil'i ve size Rabb'iniz tarafından indirileni, yerine getirip uygulamadıkça siz birşey (bir din) üzerinde değilsiniz. Ve sana Rabb'inden indirilen, mutlaka onların birçoğunun azgınlık ve küfrünü artırır. Artık sen kâfirler topluluğuna üzülme.
Bu şartlarda Peygamberimiz SAV Efendimizin Allah'a davetine, Sırat-ı Müstakim’e davetine icabet ettiniz mi? Neden
Peygamberimiz SAV Efendimizin insanları bu iki daveti yapmış? İlki Allah'a davet ki davete icabet eden kişi, Allah'a yönelmiştir ve takva sahibi olmuştur.
RUM - 31:Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne). O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Allah'a yönelen bir kişiyi Rabbimiz mutlaka kendisine hidayet eder(ulaştırır) “ allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu). Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).”(ŞURA 13)
Nasıl ulaştırır; Sırat-ı Mustakim ile “yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen). Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.”(NİSA 175)
İkinci daveti Sırat-ı Müstakim’e; Sırat-ı Mustakim üzeri olan bir kişi Rabbine kul olmuştur. Sırat-ı Mustakim üzeri olmayan bir insanın Allah'a kul olması mümkün değildir.
YASİN - 60:E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun). Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
YASİN - 61:Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun). Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
İşte işin önemli kısmı; İslâm dini Allah'a teslim olma dinidir. İnsanlara öğretilen dinin Allah'a teslim dini olması gerekirken, bu güne kadar öğretilen dinin İslâm’ın beş şartı insanlara farz olduğu halde dini yaşamaya yeterli olmuyor.
Tamam dinimizi yaşamak için ve kul olabilmek için Allah'a ulaştıran yola yani Sırat-ı Müstakime Allah'ın ulaştırması lazım. Ama daha önce de Allah'a ve Sırat-ı Müstakime davete de kalben icabet etmemiz lazım ki Allah'a kul olabilelim, takva sahibi olabilelim. Bir de üzerimize de nimetin verilmesi lazım ki işlem tamam olsun.
Allah’a davete icabet eden insanların, Allah'ın varlığına ve birliğine iman etmiş olması; var olan Allah'a ulaşmayı dileyerek ve ancak tek bir yere ulaşabileceği içinde Allah'ın tek olduğuna tevekkül ederek iman etmiştir ve Allah bu kişiyi mutlaka kendisine hidayet edecektir.
Bu neden ile hidayet ile görevli bir hidayetci veya hidayet ile görevli bir İmam’a Allah mutlaka ulaştıracaktır. Aksi durumda hidayet gerçekleşmez.
KEHF - 17:Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
Allah kendisine ulaştırdığı kişilerin hidayete erdiği ve bir de hidayetcisi olduğunu görüyoruz. Hidayette değilsek mutlaka dalaletteyiz ve bir veli mürşidimiz olamayacağını açıklamış Rabbimiz. Tabi ki veli mürşitlerin bağlı olduğu bir de dönemin İmamı vardır ki bütün irşatla görevli olanlar ona bağlıdır.
SECDE - 24:Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
Allah'ın tayin ettiği bir irşat makamına ulaşırsanız ve tam bir itaat ile dininizi yaşarsanız yani teslimlerinizi tamamlarsanız. Mutlaka hesap günü Allah bu kişilerin kitabını sağından verir.
İSRA - 71:Yevme ned’û kulle unâsin bi imâmihim, fe men ûtiye kitâbehû bi yemînihî fe ulâike yakreûne kitâbehum ve lâ yuzlemûne fetîlâ(fetîlen). O gün bütün insanları, (Allah'ın tayin ettiği) imamları ile çağırırız. O zaman kitabı sağdan verilen kimseler, böylece kitaplarını okurlar. Ve (onlara) zerre kadar zulmedilmez (haksızlığa uğratılmaz).
Allah'ın, ruhunu Allah'a ulaşmak için bir vesileyi zaten farz kılmıştır.
MAİDE - 35:Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne). Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takvâ sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
Şimdi Fatiha okurken Allah’tan istediğimize bakalım.
FATİHA - 5:İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu). (Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.
FATİHA - 6:İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme). (Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır).
İSTİANE: Yalnız Allah'tan(cc) istenen özel yardım. Bu istiane Allah dan nasıl istenir dersek;
BAKARA - 45:Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
Bu yardımı sabır ve namaz ile istenmesi gerekiyor. Nefse çok ağır gelen bir namaz da sadece huşu duyanlar kılabileceğini, şüphe ve tereddüdü olanların başaramayacağı bir namaz.
BAKARA - 46:Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
Çünkü huşu sahibi olan kişilerin tevekkül derecesinde Allah'ın kendisini hidayete erdireceğine emin ve ölünce de Allah'a döneceğine kesin iman etmiş bir kişinin hacet namazını kılacağını ve Rabbimizin de mutlaka bu kişiye irşat ile görevlendirdiği kişiyi göstereceğini söz vermiş. Allah söz verince yapar.
Tabi ki mülâkî olmayı, yani Allah'a kavuşabileceğine şüphesi olan kişilerin böyle bir şeyin olamayacağına inanan kişiler olup, Allah'ın verdiği bir sözü yalanlar.
ANKEBUT - 5:Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Allah'a mülâkî olmak aynı zaman da hidayete ermek anlamına gelir. Eğer bir insan Allah'a mülâkî olmayı yalanlarsa mutlaka hüsrandadır ve hidayete de eremez.
YUNUS - 45:Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).
Hidayete ermiş olsalardı Allah'a mülâkî olmayı (ulaşmayı) dileyecek ve Allah'ın ve resulünün Allah'a ve Sırat-ı Müstakim’e davetine icabet etmiş olacaktı. Bu gerçek imanı gösteren bir yaşamdır. Bu davetlere iman eden kişi mutlaka hidayete erdirilir.
YUNUS - 9:İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti yehdîhim rabbuhum bi îmânihim, tecrî min tahtihimul enhâru fî cennâtin naîm(naîmi).Muhakkak ki âmenû olanlar ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar, îmânlarından dolayı Rab'leri, onları hidayete erdirir. Onlar, altlarından ırmaklar akan naîm cennetlerindedirler.
Tabi ki gene konumuza dönelim; eğer davete icabet eder, iman eder ve hidayete ulaşırsak, işte o zaman takva sahibi oluruz. Onun için davete icabet edin ki hidayete eresiniz ve takva sahibi olursunuz.
YOK SA;
ZUMER - 57:Ev tekûle lev ennallâhe hedânî le kuntu minel muttekîn(muttekîne). Veya: "Muhakkak ki eğer Allah beni hidayete erdirseydi, ben mutlaka takva sahiplerinden olurdum." diyenlerden (olmayın).
Sadece bir takva ve bir hidayet olarak düşünmeyin çünkü dört hidayet ve bunun takvaları vardır. Aslında isteseniz Allah mutlaka verir.
MUHAMMED - 17:Vellezînehtedev zâdehum huden ve âtâhum takvâhum.Ve onlar ki hidayete ermişlerdir, (Allah) onların hidayetini artırdı ve onlara takvalarını verdi.
Bu ruhumuzun, veçhimizin ve nefsimizin hidayetidir ki bu teslimiyetler yerine getirilir hidayete erilirse takvalarında sahibi olunur.
Onun için imanımız gerçek iman olmayınca sahabe gibi yaşayamıyoruz, çünkü sahabenin imanı onları hidayete erdirmiştir.
BAKARA - 137:Fe in âmenû bi misli mâ âmentum bihî fe kadihtedev ve in tevellev fe innemâ hum fî şikâk(şikâkın) fe se yekfîke humullâh(humullâhu), ve huves semîul alîm(alîmu).Eğer onlar da sizin O'na (Allah'a) îmân ettiğiniz gibi îmân etselerdi, muhakkak ki hidayete ererlerdi. Ve eğer (yüz çevirirlerse) dönerlerse, mutlaka bir ayrılık içindedirler (Allah'ın yolundan ayrılmışlardır). Allah, (onlara karşı) sana kâfi (yeterli)dir. O, (herşeyi işiten ve bilen) Semîul Alîm'dir.
Belki önemsemeye bilirsiniz ama işin aslı onların yaşadığı derken dış görünüş ve davranışlardan çok teslimleri dilememiz ve davete icabet etmemiz lazım. Yoksa sahabe gibi yaşayamıyorsak cennete girmek hayal olur sanırım.
BAKARA - 214:Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum messethumul be’sâu ved darrâu ve zulzilû hattâ yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu metâ nasrullâh(nasrullâhi), e lâ inne nasrallâhi karîb(karîbun). Yoksa siz, kendinizden önce geçenlerin başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmedikçe, cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öylesine şiddetli belâ ve sıkıntılar (felâketler) dokundu ki, resûl ve onun yanındaki âmenû olanlar: “Allah'ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar sarsıldılar. Allah'ın yardımı mutlaka yakındır, (öyle) değil mi?
HACET NAMAZI;
Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.
SADECE RESULULAHIN DAVETİNE İCABET ETMEK BU TESLİMLERE GÖTÜRÜRKEN RESULULAHA OLAN SEVGİMİZİ VE ONA İTAATİMİZİ DE GÖSTERİR.