KUR-AN-I KERİM MEALİ VEYA TEFSİRİNİ KİMLER YAZAR;
KUR-AN-I KERİM MEALİ VEYA TEFSİRİNİ KİMLER YAZAR;
Her şeyden önce “size Kur-an-ı Kerimi kim öğretir”? Sorusu ile başlamalı. Tecvit ve mahreci çok güzel olan mı? En iyi hafızlardan mı? Yoksa el- eseri bitirmiş profesörlerden mi? Ne dersiniz? Bu konuda herkesin bir fikri ve beğendiği bir kişi vardır mutlaka. Bu kişilerden medet umuyorsanız çok güzel Kur-an-ı Kerim okuya bilirsiniz. Ama Kur-an-ı Kerimi öğrenemezsiniz.
Ara sıra yazılarıma yorum yapan ve hakaret ve iftira içeren ifadeler ile zanda bulunan, imân’ın kendisine fayda vermediği, Allah'ın ahlakından nasiplenemeyen kişiler de oluyor. Tabi ki nefs sahibi oldukları için ve bu davranışlarını yadırgamamak lazım. Önemli olan bu davranışlara bizim hoşgörü ile davranarak Allah'ın bir emrini yerine getirebilmemiz. Ne dersiniz?
FUSSİLET - 34:Ve lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun). Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur.
Birlik ve beraberliğimizi bozmadan güzel sözler ile aramıza iblisin kötülüğünü yaymasını engellememiz lazım ki tevhidi sağlayalım.
İSRA - 53:Ve kul li ibâdî yekûlûlletî hiye ahsen(ahsenu), inneş şeytâne yenzegu beynehum, inneş şeytâne kâne lil insâni aduvven mubînâ(mubînen).Ve kullarıma de ki: “En güzeli (sözü) söylesinler!” Muhakkak ki şeytan, onların aralarını bozar (fesat çıkarır). Muhakkak ki o, insana apaçık düşmandır.
Kur-an-ı Kerimden nasiplene
bilmek için Kur-an-ı Kerimi öğretmek ile görevli kişilere ulaşmak lazım. Yani Rabbimiz “KUR-AN-I KERİMİ BENİM TAYİN ETTİĞİM KİŞİ ÖĞRETECEK” derken, bizlerin; yok ben hafız bir kişiden öğrenirim diyerek kabul etmezsek, aslında Rabbimizin bir ayetine karşı geldiğimizin farkına bile varamayız. Nefsimiz işte böyle bir şeydir Allah'a isyan ettirir; ama ne yaptığımızı fark edemeyiz.
CUMA - 2:Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn (mubînin).Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (resûle tâbî olmadan evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.
Rabbimiz, içimizden bize ayetleri anlatarak (demek ki canlı olması gerekiyor) nefsimizin kötülüklerden arındırarak güzelliklere sahip olmamızı sağlayan bu Allah dostu; bizlere Kur-an-ı Kerimi de öğretmek ile görevlidir. Ama Kur-an-ı Kerimi öğrene bilmek için önce onun anlattıkları ayetleri dinlememiz ve o ayetlere iman etmemiz gerekir ki Kur-an-ı Kerimi öğrene bilelim.
Bu Allah'ın görevli kıldığı resulün hala daha Peygamber Efendimiz olduğunu iddia eden çok kişi vardır. İyice araştırmak zorundalar çünkü Rabbimiz kuranda o kadar çok resulden bahsetmiş ki hepsine Peygamber Efendimiz diyecek olursanız çok büyük yanlışlıklara düşersiniz. Çünkü omuzlarınızda, yaptıklarınızı kaydeden kiramen kâtibi meleklere Rabbimiz RESULLER diyor. Yani birden çok resul;
ZUHRUF - 80:Em yahsebûne ennâ lâ nesmeu sırrehum ve necvâhum, belâ ve rusulunâ ledeyhim yektubûn(yektubûne).
Yoksa onların sırlarını ve fısıltılarını işitmeyeceğimizi mi zannediyorlar? Hayır, onların yanında resûllerimiz (elçilerimiz) (herşeyi) yazıyorlar.
Sadece bu kadar da değil ölüm anı gelip çattığında ölümü gerçekleştirmek ile görevli meleklere de Rabbimiz RESULLER diyor. Yani birden çok resul;
EN'AM - 61:Ve huvel kâhiru fevka ibâdihî ve yursilu aleykum hafazah(hafazaten), hattâ izâ câe ehadekumul mevtu teveffethu rusulunâ ve hum lâ yuferritûn(yuferritûne).Ve O, kullarının üstünde kahhardır (kuvvet ve güç sahibidir).Ve üzerinize muhafaza edici (koruyucu) gönderir. Sizden birinize ölüm gelince, onu resullerimiz (elçilerimiz) vefat ettirir. Onlar (bunu yaparken) kusur etmezler.
Şimdi diye bilir miyiz bizi peygamberler vefat ettiriyor diye? O zaman sorumluluğumuzu bilmek ve Allah'ın görevli kıldığı kişiyi Allah'a sorarak bulmak zorundayız.
Allah'ın üzerimize farz kıldığı bir emir de kuranı yaşamamızdır.
MAİDE - 68:Kul yâ ehlel kitâbi! lestum alâ şey’in hattâ tukîmût Tevrâte vel İncîle ve mâ unzile ileykum min rabbikum ve le yezîdenne kesîren minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufr(kufren), fe lâ te’se alâl kavmil kâfirîn(kâfirîne).De ki; "Ey Ehli Kitap! TEVRAT'I, İNCİL'İ VE SİZE RABB'İNİZ TARAFINDAN İNDİRİLENİ, YERİNE GETİRİP UYGULAMADIKÇA SİZ BİR ŞEY (BİR DİN) ÜZERİNDE DEĞİLSİNİZ. Ve sana Rabb'inden indirilen, mutlaka onların birçoğunun azgınlık ve küfrünü artırır. Artık sen kâfirler topluluğuna üzülme.
Aslında bu ayetleri bilmek ve yaşamak bizler için imkânsız gibi bir şey. Bunun suçlusu kendilerini dini bilgilerinin fazla olduğunu ispat etmeye çalışan kişiler ki ilimlerine toz kondurmayan ve İslâmın farz olan beş şartının yeterli olduğunu savunan kişiler. Mahvetmişler o güzel dinimizi.
Sahabede bu kitabı peygamberimizden öğrenerek yaşadı hepsi hemen hemen Arapçaya hâkim kişilerdi, demedi hiç biri peygamberimize, senin okuma yazman yok, sen bilmezsin biz biliriz demediler ve ona tam bir teslimiyetle iman ettiler.
A'RAF - 158:Kul yâ eyyuhen nâsu innî resûlullâhi ileykum cemîanillezî lehu mulkus semâvâti vel ard(ardı), lâ ilâhe illâ huve yuhyî ve yumît(yumîtu), fe âminû billâhi ve resûlihin nebiyyil ummiyyillezî yu’minu billâhi ve kelimâtihî vettebiûhu leallekum tehtedûn(tehtedûne).De ki: “Ey insanlar! Muhakkak ki; ben, sizin hepinize (gönderilen) Allah'ın resûlüyüm. O ki; semaların ve arzın mülkü, O'nundur. O'ndan başka ilâh yoktur. O, hayat verir (yaşatır) ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve O'nun ümmî, nebî, resûlüne îmân edin ki; O, Allah'a ve O'nun kelimelerine (sözlerine) inanır (îmân eder). Ve O'na tâbî olun ki; böylece siz, hidayete eresiniz.”
Tabi ki bizler de iman ediyoruz, ediyoruz da sahabe gibi olamıyoruz. İmanlarımız da bir fark mı var ki? Çünkü bu iman bizi hidayete erdirmeliydi.
BAKARA - 137:Fe in âmenû bi misli mâ âmentum bihî fe kadihtedev ve in tevellev fe innemâ hum fî şikâk(şikâkın) fe se yekfîke humullâh(humullâhu), ve huves semîul alîm(alîmu).Eğer onlar da sizin O'na (Allah'a) îmân ettiğiniz gibi îmân etselerdi, muhakkak ki hidayete ererlerdi. Ve eğer (yüz çevirirlerse) dönerlerse, mutlaka bir ayrılık içindedirler (Allah'ın yolundan ayrılmışlardır). Allah, (onlara karşı) sana kâfi (yeterli)dir. O, (herşeyi işiten ve bilen) Semîul Alîm'dir.
Nasıl hidayete erdiniz mi? Veya hidayetin Allah'a davete icabet edenlerin, ruhlarını, veçhlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'ın tayin ettiği bir imam vesilesi ile olacağını biliyor muyuz?
ZUMER - 17:Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi). Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
ZUMER - 18:Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi). Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
Çünkü peygamberimizde ümmetini Allah'a davet etmiş ve davete icabet edenler hidayete ermişler.
KASAS - 87:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne).
Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. VE RABBİNE DAVET ET (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma!
Tabi ki çok seviyoruz peygamberimiz SAV Efendimizi, ama onun bizleri Allah'a davet etmesini kabul etmiyoruz; nasıl bir sevgi bu, güvensizlik değil mi? Ama bu daveti bu dönemde bizler için yapanlar var, nefs sahiplerinin aynı peygamberimize yapılan hakaretleri yaptıklarını yazılarda gene görüyoruz.
Kötü söz sahibine aittir. Bu sözler ile karşımızdakini küçültemeyiz, kendimizi Allah'ın indinde küçültürüz. Bizim yapabileceğimiz tek şey, böyle bir iddiaya karşı deliller ile bizlere ispat etmesi. Ama bizler ya susuyoruz ya da aşağılanmak gibi bir nefsi davranışımızı sergiliyoruz ve davete icabet etmiyoruz.
AHKÂF - 31:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin).
Ey kavmimiz! ALLAH'IN DAVETÇİSİNE İCABET EDİN. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
AHKÂF - 32:Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ve Allah'ın DAVETÇİSİNE İCABET ETMEYEN KİMSE, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.
Biz ne yapıyoruz; bizleri Allah'a davet eden, Rabbimizin bize dinimizi öğretmemiz ve yaşamamız için görevli kıldığı Resuller ile alay ediyoruz ağıza alınmayacak laflar ederek sözde onları aşağılıyoruz. Peki, Allah katında ne duruma düştüğümüzün farkında mıyız? Tabi ne olacak Mekkeli müşrikler de peygamberimiz için neler söylemedi ki?
Tabi ki bu davranışların nedeni bize Kur-an-ı Kerim dışında teferruatı ve kuranda olmayan ve kurana ters düşen emaniye ilimlerini Allah'ın ilmiymiş gibi öğretenlerdir ve hesaplarını Allah'a verecekler.
BAKARA - 78:Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn(yezunnûne).Onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah'ın) Kitabı'nı bilmezler, sadece emaniyyeyi (kişilerin yazdığı kitapları) bilirler. Ve onlar sadece zannediyorlar.
Bu dinde önde gördüklerimiz bize öyle demiyorlar mı? Allah böyle söylüyor diye ayet olmayan bilgileri bize fetva makamıymış gibi anlatmıyorlar mı?
BAKARA - 79:Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn(yeksibûne).Yazıklar olsun onlara ki; elleriyle kitap yazarlar, sonra da (emaniyye bilgiler içeren) bu yazdıklarını az bir bedel (para) karşılığında satmak için: “Bu, Allah'ın indindendir.” derler. Yazıklar olsun onlara, elleriyle yazdıkları şeylerden dolayı. Yazıklar olsun onlara, kazandıkları şeyler sebebiyle.
Rabbimiz yazıklar olsun dediği kişiler kimler acaba?
BAKARA - 80:Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh(ma’dûdete), kul ettehaztum indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu(ahdehû) em tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).Ve (o emaniyyeye tâbî olanlar): “ATEŞ BİZE ANCAK SAYILI BİRKAÇ GÜN DOKUNACAK (günahlarımız kadar yanıp cennete gireceğiz).” dediler. De ki: “Allah katından bir ahd mi edindiniz?” (Eğer böyle bir ahd, almışsanız) Allah, ahdinden asla dönmez (Allah'ın ahdinde hilâf olmaz). Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?
Kendilerini fetva makamı olarak görenler böyle demiyorlar mı? “Günahlarımız kadar yanıp cennete gireceğiz” diye?
BAKARA - 81:Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).HAYIR, (SANDIĞINIZ GİBİ DEĞİL) KİM GÜNAH KAZANMIŞ DA HATALARI KENDİSİNİ KUŞATMIŞSA; İŞTE ONLAR, ATEŞ HALKIDIR VE İÇİNDE DE DEVAMLI KALACAKLARDIR.
Ama Rabbimiz tam tersini söylüyor. Günahları çok olanların çıkamayacaklarını söylemiyor mu?
Kıyametten sonra cehenneme gireceğimiz zaman değil ölüm tahakkuk ederken gerçeği Rabbimiz bize gösteriyor ve bizim yalvarmalarımızın ne kadar boş olacağını hepimiz biliyoruz.
Gidip te gelen olmadı bu güne kadar.
İBRÂHÎM - 44:Ve enzirin nâse yevme ye’tîhimul azâbu fe yekûlullezîne zalemû rabbenâ ahhırnâ ilâ ecelin karîbin nucib da’veteke ve nettebiır rusul(rusule), e ve lem tekûnû aksemtum min kablu mâ lekum min zevâl(zevâlin).Azabın onlara geleceği gün ile insanları uyar. O zaman zalimler şöyle diyecek: “Rabbimiz, bizi yakın bir süreye kadar tehir et (bize zaman ver). SENİN DAVETİNE İCABET EDELİM VE RESÛLLERE TÂBÎ OLALIM.” Daha önce “sizin için bir zeval olmadığına” yemin eden siz değil misiniz?
Bu azabın ölüm anında Allah'ın davetine (ki resulleri tarafından davet edilirler)icabet etmeyenler. Resuller davet ettiği zaman tabi olunması gerektiğini geç ama öğreniyorlar. Aksi takdirde ölüm bizler için kaçınılmaz bir azap olur.
ENFAL - 50:Ve lev terâ iz yeteveffellezîne keferûl melâiketu yadrıbûne vucûhehum ve edbârehum, ve zûkû azâbel harîk (harîkı).Ve kâfir olanları, vefat ettirilirken melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vururken ve “Yakıcı azabı tadın!” (derken) görseydin.
İşte Kur-an-ı Kerim tefsirlerini ve meallerini yazanların, dünyaya tevessül ederek bir kazanç sağlamak amacı ile yazdıkları için insanların Kur-an-ı Kerimi okuyarak anlamaları mümkün değildir. Zaten kurandaki ayetlerin müteşabih (manası içinde saklı) olanlarını hiç bilemezler.
AL-İ İMRAN - 7:Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb (elbâbi). O (Allah) ki; Kitab'ı, sana O indirdi. O'ndan bir kısmı muhkem (mânâsı açık, yorum götürmez, şüphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar, (Levhi Mahfuz'daki) ümmülkitapta (yer alan açık ve kesin âyetler)dir. Diğerleri ise müteşabih (mânâsı kapalı, açıklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çıkarmak ve (kendi yararına uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab')ın müteşabih olan kısmına uyarlar. Hâlbuki onların tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olan rasihun (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O'na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katından (indirilme)dir.” Bunu kimse tezekkür edemez ANCAK ULÛL'ELBAB TEZEKKÜR EDEBİLİR.
Bu Kur-an-ı Kerim ancak Ulûl’elbab dediği kişiler tarafından yazılmalıdır diyor Rabbimiz.
BAKARA - 269:Yu’til hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ(kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb (elbâbi). (Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse böylece ona çok hayır verilmiştir, ulûl'elbabtan başkası tezekkür edemez.
Şimdi Kur-an-ı Kerim tefsirlerini yazanları ayetler ile ölçelim, hikmet sahibi hangisi? ULÛL ELBÂB dediği fizik ötesini kalp gözü ile gören ve kalp kulağı ile işitebilen kim acaba.
Hamd olsun Rabbimiz hepimize doğduğumuz an ruhumuzu üflemiş ve bizler kalp gözü kalp kulağı ve idrak müessesi vermiş, bunları insanlara süs olsun diye vermedi herhalde değil mi?
SECDE - 9:Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Bizler Allah'ın vermiş olduğu bu kalp gözünü, kalp kulağını kullanıyor muyuz? Yoksa farkında bile değil miyiz? Rabbimiz bize bunları süs olarak vermedi herhalde, neden kullanmayı hak edemiyoruz ki?
Çünkü Allah'ın bizler için bizleri Allah'a davet eden bir veli resulüne itibar etmiyoruz ve onun ayetler ile bizleri Allah'a davetine icabet etmiyoruz. Davetine iman ederek onu sözlerinin hak söz olduğuna iman etmiş olsaydık o zaman İLİM VERİLENLERDEN olurduk.
SEBE - 6:Ve yerellezîne ûtûl ılmellezî unzile ileyke min rabbike huvel hakka ve yehdî ilâ sırâtıl azîzil hamîd(hamîdi).Ve kendilerine ilim verilenler, sana Rabbinden indirilenin hak olduğunu ve onun Azîz (ve) Hamîd Olan'ın (Allah'ın) yoluna (Allah'a ulaştıran Sıratı Mustakîm'e) hidayet ettiğini (ulaştırdığını) görüyorlar.
Yakîn derecesinde bizlerin Allah'a teslim olanlardan olacağımızı iman etmiş olsaydık ayetlerin Allah tarafından sadrımıza (kalbimize) beyan edilirdi ve bu ayetleri olaylar karşısında yaşar Allah'ın dinini yaşamış olurduk
ANKEBUT - 49:Bel huve âyâtun beyyinâtun fî sudûrillezîne ûtûl ilm(ilme), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illez zâlimûn(zâlimûne).
Hayır O (Kur'ân-ı Kerim), ilim verilenlerin sînelerinde beyan olunan âyetlerdir. Ve zalimler hariç, onlar âyetlerimizi bile bile inkâr etmezler.
Ayetleri kimler inkâr eder? Nefslerine uyan, hevasına tabi olan ilim verilmemiş kişiler. Çünkü kendilerine dinlerini anlatan ve Allah'a davet eden bu kişilerin ayetler ile anlattıklarını idrak edemezler.
MUHAMMED - 16:Ve minhum men yestemiu ileyke, hattâ izâ harecû min indike kâlû lillezîne ûtûl ilme mâzâ kâle ânifâ(ânifen), ulâikellezîne tabaallâhu alâ kulûbihim vettebeû ehvâehum.Ve seni dinleyenlerden bir kısmı, senin yanından çıktıkları zaman, kendilerine ilim verilenlere: “Biraz önce (O) ne dedi?” dediler. İşte onlar, Allah'ın, kalplerini mühürledikleri kişilerdir ve onlar hevalarına tâbî olanlardır.
İşte bunların;
-Kendilerini Allah'a davet eden kişiye iman etmezler ilimleri yoktur
-Hidayetcileri (irşad eden mürşitleri) yoktur, zaten karşıdırlar.
-Kuranın dışında el yazması kitaplara tabi olurlar.
HAC - 8:Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr(munîrin).Ve insanlardan (öyle) kimseler vardır ki; bir ilme, bir hidayetçiye ve nurlu (aydınlatıcı) bir kitaba sahip olmaksızın Allah hakkında mücâdele eder.
İşte bu kişiler Allah'a davete icabet etmezler, ayetleri kendi kafanıza göre açıklıyorsunuz diyerek sanki başka bir kitap varmış gibi, ilimleri olmayan mealcilerin kitapları ile değiştirilmesini isterler.
YUNUS - 15:Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne lâ yercûne likâena'ti bi kur'ânin gayri hâzâ ev beddilh(beddilhu), kul mâ yekûnu lî en ubeddilehû min tilkâi nefsî, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm(azîmin).Ve onlara âyetlerimiz, delillerle okunduğu zaman Bize ulaşmayı dilemeyen kimseler şöyle dedi: “Bize bundan başka bir Kur'ân getir veya O'nu değiştir.” De ki: “O'nu, kendi nefsimden (bir şey) ilka ederek benim değiştirmem olamaz. Ben ancak bana vahyolunan şeye tâbî olurum. Şâyet Rabbime asi olursam muhakkak ki ben, büyük günün azabından korkarım.”
Unutmayalım ki ya bir Allah dostu bizleri Allah'a davetine icabet ederek, Allah ile kul arasına kimse giremez fikrini atıp Allah'ın bizim için tayin ettiği bir veli mürşidi Allah'dan hacet namazı ile isteyeceğiz. Veya deliller ile alay ederek dalalette kalacağız.
KEHF - 17:Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. ALLAH, KİMİ KENDİSİNE ULAŞTIRIRSA, İŞTE O HİDAYETE ERMİŞTİR. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) ARTIK ONUN İÇİN VELÎ MÜRŞİD (irşad eden evliya) BULUNMAZ.
İnsanların hidayete ermesi için mutlaka bir imam lazım. Rabbimiz hidayete ermemiz için mutlak imam tayin etmiştir.
SECDE - 24:Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
Bu imamlar da Allah'ın ayetleri ile insanların dini yaşamasın ve karanlıktan nura çıkmasına vesile olan görevli kişilerdir.
TALÂK - 11:Resûlen yetlû aleykum âyâtillâhi mubeyyinâtin li yuhricellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minez zulumâti ilen nûr(nûri), ve men yû'min billâhi ve ya'mel sâlihan yudhilhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), kad ahsenallâhu lehu rızkâ(rızkan).RESÛL, âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenleri) ve amilüssalihat (salih amel, yani nefs tezkiyesi) yapanları, KARANLIKLARDAN NURA ÇIKARMAK İÇİN SİZE ALLAH'IN ÂYETLERİNİ AÇIKLAYARAK OKUR. Ve kim, Allah'a îmân ederse ve salih (nefsi ıslâh eden) amel işlerse onu, içinde ebediyyen kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere dahil eder (koyar). Allah('ın Zat'ı), onun (resûl) için en güzel rızık olmuştur.
İşte karşı çıktığımız ve onu aşağılamak için birçok iftiralar ettiğimiz bu veli resul bizlerin hidayeti ve nefsimizin temizlenip Allah'ın ahlakı ile ahlaklanmamızı, güzel ve sevgi dolu bir insan olabilmemiz için Rabbimizin bizim için tayin ettiği kişiyi hacet namazı ile Allah'dan istememiz gerekmektedir.
Bunun için herkesin Allah'ın davetine icabet edildiğinde rabbimizin bu irşat makamı ile bizleri hidayete erdireceğine tevekkül etmemiz gerekir.
BAKARA - 45:Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
BAKARA - 46:Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
Ama bu nefsimize çok ağır gelen bir namazdır, onun için insanlar kesin davete icabet etmiyorlarsa kılamazlar.
Tabi yaşantımızın din ile alakasız hiçbir dilimi yoktur. Allah'ın yardımını Allah'ın bir dostu ile alamıyorsak mutlaka Allah'ın bir alternatifi vardır. Allah'ın tavsiye ettiği farz olan bir işlevi yerine getirmiyorsak, mutlaka kendimize göre bir imam buluruz ki bu imamı da Allah tayin etmiştir.
KASAS - 41:Ve cealnâhum eimmeten yed’ûne ilen nâr(nârı), ve yevmel kıyâmeti lâ yunsarûn(yunsarûne).Ve Biz, onları ateşe davet eden imamlar (önderler) kıldık. Ve kıyâmet günü onlara yardım olunmaz.
Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ilâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir
Gelin tevhid için sahabe gibi dinimizi yaşayalım ve Allah'ın ahlakı ile ahlaklanalım.
SAYGILAR