SIRATI MUSTAKİM ÜZERİNDE OLMAK
NEREDE OLDUĞUNUZU BİLİYORMUSUNUZ?
Rabbimiz yarattığı insanın serbest iradesine karışmıyor. O nedenle insanın nasıl bir varlık olması gerektiğini indirdiği şeriatta belirtmiş ve seçim hakkını insanlara bırakmıştır.
BAKARA - 256:Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy (gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm (alîmun) . Dinde zorlama yoktur. İrşad yolu (hidayet yolu; Allah'a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolu; şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah'a îmân ederse (mü'min olur, Allah'a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah'tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem'î'dir, Alîm'dir.
İşte yol ayrımı irşad yolunu mu seçiyorsunuz? Yoksa gayy yolunu mu? Tabi ki irşad yolu diyeceğiz de bu yolda nasıl olunur biliyor musunuz? Ben şimdiye kadar devlet belgesi ile din öğretme görevini yüklenmiş ve emeğinin karşılığını da devletten alanlardan, böyle bir açıklama duymadım. Zaten Rabbimiz de ayette belirtmiş.
YASİN - 21:İttebiû men lâ yes’elukum ecren ve hum muhtedûn (muhtedûne). (Tebliğlerine karşılık) sizden ücret istemeyen (bu) kişilere tâbî olun. Ve onlar, mehdilerdir (hidayete ermiş ve hidayete erdirenlerdir).
O zaman bize Allah'ın dinini bir ücret karşılığı olmadan öğreten kişilere tabi olacağız. Rabbimiz bu konuda ne emrediyor?
MU'MİN - 38:Ve kâlellezî âmene yâ kavmittebiûni ehdikum sebîler reşâd(reşâdi). Ve âmenû olan adam şöyle dedi: "Bana tâbî olun ki sizi irşad yoluna ulaştırayım."
Demek ki Rabbimizin, irşadla görevlendirdiği tabi olunmasını istediği kişiler var;
YUNUS - 35:Kul hel min şurekâikum men yehdî ilel hakk, kulillâhu yehdî lil hakk(hakkı), e fe men yehdî ilel hakkı ehakku en yuttebea em men lâ yehiddî illâ en yuhdâ, fe mâ lekum, keyfe tahkumûn (tahkumûne). De ki: “Sizin ortaklarınızdan Hakk'a hidayet edecek (ulaştıracak) kimse var mı?” De ki: “Allah, Hakk'a hidayet eder (ulaştırır). Öyleyse Hakk'a hidayet eden (ulaştıran) mı tâbî olunmaya daha lâyıktır (daha çok hak sahibidir) yoksa hidayete erdirilmedikçe, kendisi hidayete eremeyen kimse mi?” Artık size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
Rabbimiz hakka hidayet ediyor derken kendisine hidayet (ulaştırdığını) anlıyoruz.
RAD - 14:Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilel mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıh(bâligıhî), ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin). Hakkın daveti O'nadır (Kendisinedir, Allah'adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.
Rabbimiz hakka davet ederken kendisine davet ediyor, tabi bu sadece Allah'ın kendisine daveti ile kalmıyor, Peygamber Efendimiz de insanları, Allah'ın davet ettiği yere davet ediyor.
KASAS - 87:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne). Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma!
Kendisini Müslüman addeden herkes, yolunda ölürüm dediği peygamberimiz S.A.V in davet ettiği yola rağbet etmemekte. Nasıl bir sevgi bu? Anlaşılır gibi değil.
MU'MİNUN - 73:Ve inneke le ted’ûhum ilâ sırâtın mustakîm (mustakîmin).Ve muhakkak ki; sen, mutlaka onları Sıratı Mustakîm'e davet ediyorsun.
Aslında bu davete icabet etmek için namaz kılan her insan günde en az kırk beş kere bu davete icabet etmek için Allah'a yalvarıyor da bu yalvarış ne istendiği bilinmediğinden kalben olmadığı için kabul olmuyor.
FATİHA - 5:İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).(Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz. (İSTİANE: Yalnız Allah'tan(cc) istenen yardım)
FATİHA - 6:İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme). (Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet et (ulaştır).
Hem Rabbimize kul olmak, hem de Sırat-ı Mustakim üzeri olmak için yalvarmayı kalben samimi istemiş olsaydık, bu gün dinimizi Peygamber Efendimiz ve sahabesi gibi yaşardık.
Sırat-ı Mustakim üzeri olmanın kul olma ile bağlantısına bakalım, gerçekten böyle bir şey var mı?
AL-İ İMRAN - 51:İnnallâhe rabbî ve rabbikum fa’budûh(fa’budûhu) hâzâ sırâtun mustakîm(mustakîmun). Allah, hiç şüphesiz benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O halde (öyleyse) O'na kul olun. İşte bu SIRATI MUSTAKÎM'dir.
Sırat-ı Mustakim nedir ki üzerinde olalım? Dini kitap ve öğretilerde Sırat-ı Mustakim e doğru yol olarak anlam vermişler, aslın da İSTİKAMETLENMİŞ YOL anlamına gelir. Eğer doğru yol olarak açıklayanlar Sırat-ı Mustakim üzeri olsalardı, bu yolun nereye istikametlenmiş olduğunu bilirlerdi. O zaman Sırat-ı Mustakim nedir sorusu geliyor akla.
NİSA - 175:Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen). Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayı dileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.
Rabbimiz insanları kendisine davet ediyor ve davete icabet edenleri de kendisine ulaştıran yola Sırat-ı Mustakim e ulaştırıyor.
İblisten şüphe olmaması için iyice açıklık getirmek lazım. Neden Sırat-ı Mustakim e davet ediliyoruz bakalım.
HUD - 56:İnnî tevekkeltu alâllâhi rabbî ve rabbikum, mâ min dâbbetin illâ huve âhızun bi nâsıyetihâ, inne rabbî alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).Muhakkak ki ben, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. Yürüyen hiçbir canlı mahlûk (dabbe) yoktur ki; O (Allahû Tealâ), onun perçeminden tutmuş (O'nun kontrolü altında) olmasın. Muhakkak ki benim Rabbim, Sıratı Mustakîm üzeredir.
Demek ki Allah'ın ve Allah dostlarının, Allah'a ve Sırat-ı Mustakim e davet etmeleri, kişinin Allah'ın kaderine tabi olup, Allah'ın istediği gibi yaşanması için.
Gerçekten davete icabet ederek bir kader mi yaşanır? Rabbimiz bu konu da ne söylüyorsa o dur.
ANKEBUT - 5:Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
Bir Allah'a dostu sizi ölmeden ruhunuzu, veçhinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah'Allah teslim olması ile görevlendirilmiştir. Allah'a teslim olmak üzerinize farzdır ve dikkatlice araştırın. Eğer davet olunduğunuz yer Allah’sa o zaman hemen davete icabet edin ki Allah da sizi kendisine ulaştırsın ve dalaletten kurtulup hidayete erin. Ayette (şura-13) “allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu). Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).” Bu daveti herkes duyacak, ya kabul edecek veya önemsemeyecektir. Ama karşı çıkanlar için pek hayırlı olacağı söylenemez çünkü cehenneme giden herkese görevliler teyit ettirirler.
ZUMER - 71:Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
Burada unutmayın insanlara gelen Allah'ın bir görevlisi Allah'ın ayetleri ile anlatmış olması lazım. Ve sizin bu kişiyi doğru olarak bulabilmeniz de Allah'a aittir ve O'na sormak zorundayız. Bu da hacet namazı ile sorulacaktır.
Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ilâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir
BAKARA - 45:Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir. (İstiane: Yalnız Allah'tan(cc) istenen yardım)
BAKARA - 46:Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
Bu namazı kesin derecede kalben isterseniz görürsünüz. Ki bu da bir emri yerine getirmektir.
NAHL - 9:Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne). Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
Tabi ki bu bir başka emri yerine getirmek içindir. Davete icabet edecekseniz vesileyi aramak zorundasınız.
MAİDE - 35:Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne). Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takvâ sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
Tabi ki bu Allah'ın gelip sizi alıp götürmesi olmaz. Mutlaka görevli kıldığı bir dostu vesile olacaktır. Ve bu kişiyi de Allah'a sormak zorundasınız.
Bunca zaman yazdığım yazılarda sizleri hep Allah'a davet ederim, çünkü Rabbimiz böyle istiyor. Sizleri kendi irşad makamıma davet etseydim bu bir şirk olurdu. Onun için kalben dünya ve ahiret saadetinin sahibi olmanız için başka bir seçenek yoktur. Çünkü her şeyin sahibi Allah’dır ama kul eli ile yapar.
O zaman insanların davete icabet edenleri Allah'a hacet namazı ile sorarak, Allah'dan irşad makamın öğrenirlerse, o kişi mutlaka hidayete ermesini sağlayacaktır.
SECDE - 24:Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk'ul yakîn seviyesinde) yakîn hâsıl etmiş oldukları için.
Nerede olduğumuzu bilmemiz için, mutlaka nerede olduğunuzu ve nerede olmanız gerektiğini söyleyen Allah'ın nezirleri (uyarıcıları) vardır. Samimi değilseniz ve kalbinizde sevgi yoksa bir de kibirli iseniz işiniz çok zordur. Sizleri Allah'a davet eden kişilere icabet edemezsiniz.
AHKÂF - 31:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin).Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
AHKÂF - 32:Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin). Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.
Davete icabet edin diye bir farz emri yok sayamazsınız. Bu nedenle İslâmın beş şartı farzdır ama kurtuluşa yetmez. Eğer davete icabet ederseniz İslâmın beş şartını Allah'ın yardımı ile kılarsınız. Seccadede Allah’ı düşünerek ve kendinizi onunu huzurunda hissederek kılacağınız bir namaz olur, huzur içinde kılarsınız. Artık namazda alacak ve borç hesaplarından kurtulur, namazı kıldığınız sürece de kötülükten beri olursunuz.
ANKEBUT - 45:Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât (salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne). Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah'ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
Bakın benim aklım yok mu? Arapçamda var okur öğrenirim demeyin sahabe de Arapça biliyordu ama okuması olmayan peygamberimizden öğrendiler. Şimdide kendilerini Müslüman zanneden dünya, lisanları Arapça olmasına rağmen dinlerini sahabe gibi yaşayamıyorlar. Neden? Çünkü Kur-an-ı Kerim i açıklama görevi Arapça bilenlere verilmemiştir. Sadece Allah'ın her zaman içimizden tayin ettiği bir elçisi anlatacaktır.
A'RAF - 35:Yâ benî âdeme immâ ye’tiyennekum rusulun minkum yekussûne aleykum âyâtî fe menittekâ ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman, bundan sonra kim takva sahibi olur ve nefsini ıslâh ederse (nefs tasfiyesi yaparsa), artık onlara korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmazlar.
Eğer bu imam resullere iman ederseniz bu sizin için bir kurtuluştur. Benim mürşidim var diyenler içinde geçerlidir.
Evet, sizin mürşidiniz size ayetlerle mi anlatıyor dininizi? Çünkü şeriatla yaşamamız bir emirdir.
ZUHRUF - 43:Festemsik billezî ûhıye ileyk(ileyke), inneke alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin). Artık sana vahyedilene sarıl. Muhakkak ki sen, Sıratı Mustakîm üzerindesin.
NEDEN?
ZUHRUF - 44:Ve innehu le zikrun leke ve li kavmik(kavmike), ve sevfe tus’elûn(tus’elûne).Muhakkak ki O (Kur'ân), senin için ve senin kavmin için mutlaka bir zikirdir (öğüttür). Ve siz, (Kur'ân'dan) sorumlu olacaksınız.
Demek ki Allah'ın veli resulleri her zaman vardır ve görevleri ayetler ile açıklayarak Allah'a teslim olma dinini (İslâmın) size o öğretir.
DUHAN - 58:Fe innemâ yessernâhu bi lisânike leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).İşte böylece O'nu (Kur'ân-ı Kerim'i), senin lisanın ile kolaylaştırdık. Umulur ki onlar tezekkür ederler.
TEKRAR SORUYORUM ALLAH İLE OLAN İLİŞKİNİZDE YERİNİZ NERESİ.
Günahınız kadar yanarım iddianız varsa, sizi bunu öğreten kurtara bilir mi ne dersiniz?
BAKARA - 81:Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).Hayır, (sandığınız gibi değil) kim günah kazanmış da hataları kendisini kuşatmışsa; işte onlar, ateş halkıdır ve içinde de devamlı kalacaklardır.
Hala daha atalarınızdan kalma dini mi savunuyorsunuz? Onlar dalalette ise onlarla beraber mi olacaksınız?
MAİDE - 104:Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûlî kâlû hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şey’en ve lâ yehtedûn(yehtedûne).Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine (Kur'ân'a) ve Resûl'e (itaate) gelin.” denildiğinde; “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey (din) bize yeter (kâfi)” derler. Ya onların babaları (bu gerçeklere ait) bir şey bilmiyorlarsa ve hidayete ermemişlerse de mi...?
Bu durumda nerede olduğunuzu bilemezsiniz. Ölüm size gelince öğrenirsiniz ama artık size bir fayda vermez.
İBRÂHÎM - 44:Ve enzirin nâse yevme ye’tîhimul azâbu fe yekûlullezîne zalemû rabbenâ ahhırnâ ilâ ecelin karîbin nucib da’veteke ve nettebiır rusul(rusule), e ve lem tekûnû aksemtum min kablu mâ lekum min zevâl(zevâlin).Azabın onlara geleceği gün ile insanları uyar. O zaman zalimler şöyle diyecek: “Rabbimiz, bizi yakın bir süreye kadar tehir et (bize zaman ver). Senin davetine icabet edelim ve resûllere tâbî olalım.” Daha önce “sizin için bir zeval olmadığına” yemin eden siz değil misiniz?
İşte biz yanar günahımız bitince cennete gireriz diyen ve nerde olduğunu bilmeyenler. Ölümün azabını tattıkları zaman öğrenirler.
ENFAL - 50:Ve lev terâ iz yeteveffellezîne keferûl melâiketu yadrıbûne vucûhehum ve edbârehum, ve zûkû azâbel harîk (harîkı).Ve kâfir olanları, vefat ettirilirken melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vururken ve “Yakıcı azabı tadın!” (derken) görseydin.
Böyle bir duruma düşmeyi kimse istemez, ama arkasından gittiğiniz kişinin sizi nereye götürdüğünü de bilmek zorundasınız.
Allah'ın bizden istediği ise onun; O'na dost olarak yaşamak ve sonsuz bir cennet. Ölümde bile bir mutluluk.
NAHL - 32 Ellezîne teteveffâhumul melâiketu tayyibîne yekûlûne selâmun aleykumudhulûl cennete bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne). Melekler, onları tayyib (en güzel, en iyi) bir şekilde vefat ettirirler. Onlara: “Selâm üzerinize olsun. Yapmış olduğunuz (güzel, hayırlı) ameller sebebiyle cennete girin.” derler.
Allah hepimize böyle bir sonu yaşatsın diye duamızla. Saygılar;