HİDAYET VE DALALET
Hidayet ve Dalâlet birbirinin zıddı olan iki kelime;
Her insan doğar ve takdir edilen bir yaşta, zaman ve mekan olarak belirtilmiş olan yerde mutlaka vefat ettirilecektir.
İnsanlar akıl bâli olduğu andan itibaren dini yaşamakla sorumludur ve başlangıçta dalâlettedir. Mutlaka kurtuluşları için hidayete ermeleri gerekmektedir. Anne ve babası dindar diye çocukları da dindar olmuyor.
RAD - 27 :Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).Ve kâfirler: "Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?" derler. De ki: "Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir)."
Peygamberimiz SAV Efendimiz de başlangıçta dalâlette idi ve Allah onu hidayete erdirdi.
DUHA - 6 :E lem yecidke yetîmen fe âvâ.Seni yetim bulmadı mı? Sonra (seni)(himaye edecek bir kimsenin yanında) barındırmadı mı?
DUHA - 7 :Ve vecedeke dâllen fe hedâ.Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi.
Peygamberimiz SAV Efendimiz irşat görevinin sahibi olduktan sonra insanları Allah'ın emri ile etrafındaki insanları Allah'a davet ediyordu.
KASAS - 87 :Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba'de iz unzılet ileyke ved'u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn (muşrikîne). Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma!
Peygamberimiz SAV Efendimize iman edenlerden misiniz? O zaman davete icabet etmeniz gerekli değil mi? Eğer davete icabet eder Allah'a ulaşmayı dilerseniz Allah'ta bu kalbi talebiniz üzere sizi kendine ulaştırır.
ŞURA - 13 :Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted'ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); "Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın." diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allah'a yönelmeniz, Allah'a ulaşmayı dilemeniz ile gerçekleşir. Bu da Allah'ın sizi hidayete erdirmesine neden olur. Yoksa Allah'a yönelmek kıbleye yönelmek değildir.
Peygamberimiz SAV Efendimize iman eden sahabede Peygamberimiz SAV Efendimizin Allah'a davet etmesi üzere, Allah'a ruhlarını ulaştırmayı dilemişler ve hepsi dalâletten kurtulup hidayete ermiştir.
BAKARA - 198 :Leyse aleykum cunâhun en tebtegû fadlan min rabbikum fe izâ efadtum min arafâtin fezkurûllâhe indel meş'aril harâm(harâmi), vezkurûhu kemâ hedâkum, ve in kuntum min kablihî le mined dâllîn(dâllîne).Rabbinizden fazl istemeniz size günah değildir. Artık Arafat'tan akın akın geldiğiniz zaman Meş'aril Haram'ın yanında Allah'ı zikredin. Ve sizi hidayete erdirdiği şekilde siz de O'nu zikredin. Doğrusu siz ondan önce (hidayetten önce) elbette dalâlette olanlardandınız.
Allah'ın davetçisine icabet etmeyenler Mekkeli müşriklerdir ve dalâlette kalanlardır.
AHKÂF - 32 :Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu'cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin). Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler
Demek ki insanların Allah'a davet edilmesinin sonucu, davete icabet etmeleri; onların hidayete ermelerine vesile olmuş ve Allah onları hidayete erdirmiştir.
Davete icabet edip hidayete erenler için Allah'ın tayin ettiği bir veli mürşit (irşat eden) olur.
KEHF - 17 :Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah'ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
ASIL SIKINTI DİNİ ÖĞRETMEK İLE GÖREVLİ KİŞİLERİN HİDAYETİN ÖLMEDEN RUHUN ALLAH'A UALAŞMASI OLDUĞUNU BİLMİYOR OLMASIDIR.
Kur'an-ı Kerim tefsir ve meallerini bakarsanız hidayet kelimesinin geçtiği her yere doğru yol ifadesi kullanmışlar. Hâlbuki hidayet yol değil vetiredir.
BAKARA - 120 ?Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba'te ehvâehum ba'dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: "Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir." Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah'tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.
Başka bir ayette de gene Allah'a ulaşmak olarak ifade ediliyor.
AL-İ İMRAN - 73:Ve lâ tu'minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu'tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu'tîhi men yeşâ'(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun). Ve sizin dîninize tâbî olandan başka kimseye inanmayın. (Habibim) de ki: "Hiç şüphesiz HİDAYET, Allah'ın (Kendisine) ulaştırmasıdır. (İnsan ruhunun ölümden evvel Allah'a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin başka birine verilmesi (sebebiyle mi) veya Rabbinizin katında (sizlerle) tartışacakları için mi (böyle söylüyorsunuz)?" De ki: "Hiç şüphesiz fazl, Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir." Ve Allah, Vâsi'un Alîm'dir. (Allah herşeyi kuşatan ve herşeyi bilendir.)
Allah'a ulaşmak hidayet ise, Allah'a ancak insanın içine doğarken Allah'ın kendinden üflediği ruh ulaşır.
SECDE - 9 :Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem'a vel ebsâre vel ef'ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem'î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Demek ki Allah'a davet icabet eden kişi bir süreç sonu Allah dileyen kişinin ruhunu kendisine ulaştıracak ve bu kişi ermiş velilerden olacaktır.
Eğer hidayet yol olsa idi, ayetlerde ki hidayet açıklamaları nasıl olurdu bir bakalım.
MAİDE - 16 :Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilen nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin). Allah (c.c.), rızasına tâbî olan kişiyi onunla (Resûlü ile) teslim yollarına hidayet eder. Kendi izniyle onları karanlıktan aydınlığa (zulmetten nura) çıkarıp Sırât-ı Mustakîm'e hidâyet eder (ulaştırır).
Burada Hidayet doğru yol ise, Sırât-ı Mustakîm'e doğru yol eder. Nasıl bir anlam kaybı oluyor görüyorsunuz. Aslı Sırât-ı Mustakîm'e ulaştırır olması gerekir.
Bir başka ayette de; hidayet doğru yol olsa idi" YOLA DOĞRU YOL EDER" olacaktı. Aslı yola ulaştırır anlamıdır. Demek ki hidayet ulaşmaktır ve tek ulaşılacak yer Allah'ın Zatıdır.
AHZAB - 4 :Mâ cealallâhu li raculin min kalbeyni fî cevfih(cevfihî), ve mâ ceale ezvâcekumullâî tuzâhırûne min hunne ummehâtikum, ve mâ ceale ed'ıyâekum ebnâekum, zâlikum kavlukum bi efvâhikum, vallâhu yekûlul hakka ve huve yehdîs sebîl(sebîle). Allah bir adama göğsünde iki kalp kılmadı (yaratmadı). Zihar yaptığınız (sen bana benim annemin sırtı gibisin diyerek boşamak istediğiniz) zevcelerinizi sizin anneleriniz kılmadı. Ve evlâtlıklarınızı, sizin oğullarınız kılmadı. İşte bunlar sizin ağızlarınızdaki sözlerdir. Ve Allah hakkı söyler. Ve O, (Kendine ulaştıran) yola hidayet eder.
Din öğretmek ile görevli din adamları hidayeti bilselerdi, insanları Allah'a davet ederlerdi. Hâlbuki onlar İslâm'ın beş şartının yeterli olduğu iddiasındadırlar. Bu nedenle onlara itaat eden insanlar dalâlette kalmıştır ve gidecekleri yer cehennemdir.
AHZAB - 67 :Ve kâlû rabbenâ innâ ata'nâ sâdetenâ ve kuberâenâ fe edallûnes sebîl(sebîlâ). Ve cehennemde olanlar derler ki: "Yarabbi, muhakkak ki biz, sâdatlarımıza (dînde ileri gidenlerimize) ve küberamıza (büyüklerimize) itaat ettik. Ve böylece Senin yolundan (Sıratı Mustakîmi'nden) saptık."
AHZAB - 68 :Rabbenâ âtihim dı'feyni minel azâbi vel anhum la'nen kebîrâ(kebîren).Rabbimiz, onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle lânetle.
Bu insanlar hidayetten alı konduğu için ateşin içinde de bu kişilere hesap soruyorlar ama yapabilecek bir şey var mı?
İBRÂHÎM - 21:Ve berezû lillahi cemîan fe kâled duafâu lillezînestekberû innâ kunnâ lekum tebean fe hel entum mugnûne annâ min azâbillâhi min şey'(şey'in), kâlû lev hedânallâhu le hedeynâkum, sevâun aleynâ ecezi'nâ em sabernâ mâ lenâ min mahîs(mahîsın).Hepsi Allah'ın huzuruna çıktılar. Ve zayıf (güçsüz) olanlar kibirlenenlere şöyle dediler: "Muhakkak ki; biz size tâbî olduk. Şimdi siz, Allah'ın azabından bir şeyi bizden giderebilir misiniz?" Onlar: "Eğer Allah, bizi hidayete erdirseydi elbette biz de sizi hidayete erdirirdik. Sabretsek de, sabretmesek de bizim için aynıdır. Bizim için kaçacak bir yer yoktur." dediler.
O zaman Ecrini Allah'tan alan ve Allah'ın hidayet ile görevli bir veli mürşidini Allah'tan istemekten başka bir alternatif kalmıyor.
YASİN - 21 :İttebiû men lâ yes'elukum ecren ve hum muhtedûn(muhtedûne). (Tebliğlerine karşılık) sizden ücret istemeyen (bu) kişilere tâbî olun. Ve onlar, mehdilerdir (hidayete ermiş ve hidayete erdirenlerdir).
Allah'ın hidayet ettiği ve bunun için hidayete ermiş bir hidayetçi gerekmektedir.
YUNUS - 35 :Kul hel min şurekâikum men yehdî ilel hakk, kulillâhu yehdî lil hakk(hakkı), e fe men yehdî ilel hakkı ehakku en yuttebea em men lâ yehiddî illâ en yuhdâ, fe mâ lekum, keyfe tahkumûn(tahkumûne). De ki: "Sizin ortaklarınızdan Hakk'a hidayet edecek (ulaştıracak) kimse var mı?" De ki: "Allah, Hakk'a hidayet eder (ulaştırır). Öyleyse Hakk'a hidayet eden (ulaştıran) mı tâbî olunmaya daha lâyıktır (daha çok hak sahibidir) yoksa hidayete erdirilmedikçe, kendisi hidayete eremeyen kimse mi?" Artık size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
NEDEN ALLAH'TAN HACET NAMAZI İLE HİDAYETÇİNİZİ SOR MUYORSUNUZ Kİ? NE KAYBEDERSİNİZ?
Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah'tan hacet neyse o istenir. Allah'tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah'tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında "Allah, Allah" diyerek kişi Allah'ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.
ALLAH'A EMANET OLUN.