KAÜ’de Türk Halk Bilimi Günleri
Kars Kafkas Üniversitesi (KAÜ) Türk Halk Bilimi Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü tarafından “Türk Halk Bilimi Günleri” çerçevesinde düzenlenen Merhum Aşık Murat Çobanoğlu'nu anma etkinliğinde “Türk Halk Bilimi Günleri” enine boyuna ele alındı.
KAÜ Türk Halk Bilimi Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Kürşat Öncül öncülüğünde Kafkas Üniversitesi Necdet Leloğlu Konferans Salonu’nda düzenlenen anma etkinliğine Gazi Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi’nden gelen konuklar tarafından katılımcılara “Kültür Toplum Yönetim İlişkisi” ve “Moğolistan’daki Türk Halkları ve Kültürleri” konulu panel düzenlendi.
Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Halk Bilimi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ruhi Ersoy, “Kültür Toplum Yönetim İlişkisi” konulu paneliyle gerçekleştirdiği konuşmada Türkiye’nin kültüründen, geçmiş yıllarından ve bu gün içerisinde bulunduğu durumdan uzun uzun örnekler verdi. Geride bıraktığımız Nevruz Bayramı hakkında da sunum yapan Ruhi Ersoy, Diyarbakır’da kutlanan Nevruz Bayramı ile Kars’ta kutlanan Nevruz Bayramı arasındaki farkın herkes tarafından görüldüğünü söyleyerek, siyasetin de kültürlerle birlikte yürütüldüğünün altını çizdi. Üstü kapalı şekilde süreç hakkında da açıklamalarda bulunan Ersoy, “Süreç boyunca bu güne kadar sessiz kalan sağduyulu devlet adamlarının seslerini yükseltmelerinin zamanının geldiğini düşünüyorum.” ifadelerini kullandı.
Serhat Şehri Ani’nın ve Alparslan Gazi’nin ruhunun her yerinde hissedildiği Kars’ta İsmiyle müsemma Kafkas Üniversitesinde olmanın ayrı bir onur ve gurunu yaşadığını belirten Doç. Dr. Ruhi Ersoy: “Bugün bizim birlikteliğimizin vesilesi değerli aşığımız Murat Çobanoğlu’nun vefatının bu dünyada ki fiziki varlığının, aramızdan ayrılışının, ama ebedi ruhunun uçmakta olduğuna inandığımız, ozanlar diyarında arzumuz, duamız adın cennetinde o ruhları beklediğine olan inançtır. Türk Kültür Tarihi yani Türk Milletinin Tarihi aslında ozanların, âşıkların tarihiyle birlikte akıp gitmiş, değişmiş ve yenilenmiştir. Bunun akademik tezini ve fikri zemini de oluşturan hocam Prof. Dursun Yıldırım cumhuriyet terkibini anlatırken ‘’Dedem Korkut’tan Ozan Barış’a Dönüşüm’’ diye Barış Manço’nun vefatının ardından kapsamlı bir analiz yapmıştı. Aslında o çizginin akışı bizimde sizinle, kültürle toplumun, toplumla siyasetin, yönetimle insanın ilişkisini hasbihal etmemizin ana çıkış noktasını oluşturacak.” diye konuştu.
Ersoy sunumunda: Âşıklık ve Ozanlık geleneğinin bugüne doğru yansıması; soy soylayan boy boylayan, toplumsal dinamitlerin içerisinde olumsuzlukları eleştiren, olumlulukları öven ve değişime paralel yeni unsurlar ilave ederek, kendini yenileyerek geliştiren bir sürecin adı olduğunu da vurguladı.
Ersoy: sunumunun devamında: “Türkistan coğrafyasında bizim Ötügen yaylalarında var olduğumuz yarı yerleşik esnek göçebe devlet anlayışımızın hâkim olduğu, göçer evliliğimizin hâkim olduğu, evimizi sırtımızda taşıdığımız ve gittiğimiz yere sistemimizi ve devletimizi de götürdüğümüz dönemde ozanlar, âşıklar, hanların, hakanların yanı başındaydı. Yanı başında olan temel unsurlardan bir tanesi de hatunlardı. Hanların, hakanların yanında hatunların hemen diğer yanında da kanlar, ozanlar, baksılar vardı. Bizler gittiğimiz yere coğrafyayı vatanlaştırma serüvenini analarımızı, kızlarımızı, bacılarımızı yanımızda götürüp ana dilimizi ve yaşam tarzımızı o coğrafyalara sindirerek, imzamızı, mührümüzü koyarak götürebilen bir kültürün sahipleriyiz. İşte bu kültürün hikâyesi içerisinde değişime paralel, büyük bir medeniyetin üzerinden siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik ve yapısal değişikliklerden sonra küllerinden yeniden var olan cumhuriyetin çocukları olarak bu kültür kodlarımızın üzerinden hatırlatmalarla yeni ozanlar, yeni âşıklar, kentli tarzı ifade eden sanatçılar doğurmuştur bu toplum.” dedi.
“UZAK ASYA’DAN BİR KISRAK BOYU ANADOLU’YA UZANAN MEMLEKET BİZİMDİR”
Ersoy sunumunda daha sonra şu ifadeleri kullandı:
“Bir yanda Çobanoğlu geleneğini devam ettirten öte yandan gençlerimizin ve şehirli toplumun yeni ihtiyaçlarına karşılık veren misyon olarak Dedem Korkut’u ve Murat Çobanoğlu’nu hatırlatan, Barış Mançoları doğurmuştur bu toplum. Ve onun izinden giden yeni sanatçılar toplumsal duyarlılıkları ile ilim ve irfanı birleştiren kütüphaneli ozanlar ve sanatçılarla hayata müdahale edebilen insanları doğurmuştur. Bu süreci okurken bu gün biz Misak-ı Milli sınırları içerisinde 780 küsür km. kareyle sınırlı Türk Milleti esasına dayalı, üniter, milli bir devletin mensupları olarak, siyasal sınırlarımızın içerisinde, egemenliğimizin varlığının yokluğunun tartışıldığı bir iklim yaşıyoruz. Ama sizler, bizler kültürle uğraşan insanlar şimdi şu gerçeği biliyoruz. Türk kültürü doğuda Taç Mahali inşa eden ve dünya harikası listesine girdiren, aşkın, sevdanın sembolü olan, Taç mahali o dönem içerisinde kurabilen ve oradan yürüyerek çok değişik kültürlerle, dinlerle, medeniyetlerle münasebet içerisinde, onlardan aldıklarıyla kendindekini birleştiren ve bunları sentezleyerek, yoğurarak kendi üslubunu oluşturabilen bir yapıya sahiptir. Yani ‘’dörtnala koşup taa Uzak Asya’dan bir kısrak boyu Anadolu’ya uzanan memleket bizim’’ diyen şairin ifadesinde yer bulan Türkistan coğrafyasından Anadolu’ya bir tarafı gelirken bir kısmı kuzeyden hazarları, bir kısmı Türkistan coğrafyasından Kazakistan’ı, Özbekistan’ı, Türkmenistan’ı yani Moğolistan sınırlarını oluştururken Anadolu Coğrafyasından varlığıyla Büyük Selçukluyu, Anadolu Selçuklusunu ve Osmanlıyı inşa ettiğinde Mostar Köprüsünü kurarak bu medeniyeti Avrupa’ya taşıyan ve gül babayı oraya kondurup, gülü gülle tartan bir medeniyetin inşacısı olan bir mayanın, bir tarihin çocuklarıyız. Bu akış siyasal sınırlar içerisinde Türkistan medeniyetini farklı coğrafyalara da farklı isimlerle anılan devletleri kurdurtmasına neden olmuştur.
KÜLTÜR BİR YAŞAM TARZIDIR
Ama tarihin hiçbir döneminde Türk devletsiz olmamıştır. Hz. Mevla’nın ifadesiyle ‘’Türk bez- mi eletse varlığı ve hakkın ruhu üflenerek yaratılan ve kendisine yeryüzüne gitmek için beden arayan bir ruh gibidir. Zira nasıl ki bez-mi eletse yaratılmış bir ruh mutlaka bir bedene düşerse Türk’te olduğu yerde mutlaka devlet kurar.’’ Mevlana’nın bu yönlerini görmeyiz. Bedül zamanın devrin asilerine; ‘’Türk ile savaş olmaz, Türk mübarek bir millettir, Türk milleti islamın hadimidir, ona kılıç çekilmez’’ sözleri de çok fazla zikir edilmez. Kültür bir yaşam tarzıdır. İnsanın, tabiatın, hayatın insana verdikleri ile insanın hayata verdiklerinin toplamından meydana gelen, bu meydana gelişin neticesinde maddi olarak ürettikleri ile mana olarak ürettiklerinin bir bütünü olarak kendisine bir yaşam alanı kuran, bir devlet kuran, bir yönetim sistemi kuran ve her kültürün, her milletin, her medeniyetin kendi kültürel dokularına göre bir yaşam tarzının olduğunu unutmamak lazımdır.
TÜRK MİLLETİ KENDİ İÇERİSİNDE KENDİ SOYUNA VE IRKINA BİR MİLLİYETÇİLİK YAPMAMIŞTIR
Bugün Türkiye’de sözüm ona sorunlar tartışılırken batının ürettiği kavramlarla, batının kültür kodları üzerinden ortaya çıkan tecrübelerle ortaya çıkmış sorun tanımlamaları Türk kültürünün müktesebatı hesaba katılmadan Türkiye’ye dayatılmak isteniyor. Ve Türkiye’ye dayatılmak istendiği bu sistem ve kavramlar Türk milletinin üzerine olmuyor. Ya da o gözlüklerle Türkistan kültürü okunarak Türk devlet sisteminin tecrübesi hesaba katılamadan eyleme konulmalar bir takım kamplaşmaları beraberinde getiriyor. Bunlardan bir tanesi milliyetçilik kavramıdır. Bu gün suçluluk üzerinden götürülen ve tanımlanan milliyetçilik kavramı batı kültüründe adeta kentleşmenin, modernleşmenin bir ivmesi olarak çıkmıştır. Dünyevi aklı inşa ederek endüstri ile beraber şehirli toplumu meydana getirmiş, güçlendikçe hâkimiyet kurma ve emperyal olma duygusunu tetiklemiş, hâkimiyet kurma ve sömürgeyi beraberinde getirmiş, bu kendisini birinci ve ikinci dünya savaşında adeta kanlı eylemlere, kanlı savaşlara götürmüş, hitleri doğurmuş, Musuloni’yi doğurmuş ve büyük mağduriyetlerin hikâyesini oluşturmuştur.
OSMANLININ SON DÖNEMİ
Batı bu kavramdan kendisinin hikâyesinde ki söylemden rahatsız olduğu için milliyetçilik duygusunu hitler ve musuloni üzerinden tanımlayarak başka kavramlara çevirmeye kalkmıştır. Fakat bu hikâyenin Türk kültürünün üzerinde ki girişimine baktığımızda, Türk kültürünü Metehandan ele aldığımızda; ‘’yay çeken tüm kavimleri kendi çadırım altında topladım. Bu benden olanı kendi yönetimim altına aldım anlamına gelmiyor. Meteden Bilge Kağan’a geldiğinizde siz Çin’in içine kadar gittiniz. İpekli kumaşları ile beyaz tenli kadınları ile yok olmak üzereydiniz. Ben sizi derledim, toparladım. Kardeşimle gece uyumadım, gündüz yorulmadım. Tanrı bana put verdi sizi derleyip toparladım yeniden millet kıldım.’’ İfadesiyle tamamlamış bu tamamlama süreci farklı kültür ve medeniyetlerle birlikte siyasi iradelerini bir arada yaşama kültürüyle ortaya koymuştur. Bu ortaya koymanın neticesinde Osmanlının son döneminde çöküşte bizden ayrılmayı ve bir takım fitnenin çıkış noktasında ki hastalıklı hali kullananlarda etnik milliyetçiler olarak bu manada Sırplarla, Yunanlarla başlamış Ermenilerle ve farklı odaklarla devam etmiştir.
ALMANLARIN FRANSIZ DÜŞMANLIĞI…
Türk milleti kendi içerisinde kendi soyuna ve ırkına bir milliyetçilik yapmamıştır. Batı milliyetçiliğinde bir öteki vardır. Mesela Almanların Fransız düşmanlığı Alman ırkçılığını ve Almancılığı inşa etmiştir. Ama Türklerin millet anlayışı içerisinde hiçbir zaman öteki olmamıştır. Ta ki sırtından sopayı vurup imparatorluğun dağılma sürecinde aralarından itilmeye kalkındığında yeniden o milli kuvvet devreye girerek millet esasına dayalı bir mücadele verilinceye kadar. Verilen bu mücadelenin neticesinde Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur. Cumhuriyetin kuruluşu ve ilk 10 yılının heyecanı zirvede yaşanırken siyasal anlamda bir takım sıkıntılar yaşanmıştır. Her toplumda, her yeni sistemde bu olur. Şimdi biz 80 yıllık Cumhuriyetin paradigmasını eleştirip ulus devleti millet esasına dayalı üniter devleti tartışıp ülke devlet ve konfederal sisteme doğru gidişin iklimini oluşturmaya çalışırken yine kültürü kullanıyoruz.
KÜLTÜREL UNSURLAR TOPLUMSAL HADİSELERDE VE DEVLET YÖNETİMİNE KARŞI KULLANILMAKTADIR
Yani Kars’ın kutladığı milli birlik beraberlik ve Türk dünyasının Ergenondan çıkışını sembolize eden nevruz ile Diyarbakır da Türk milletine, devletine meydan okuyan nevruz arasında ki farkta olduğu gibi. Bunlar kültürel unsurlardır. Kültürel unsurlar toplumsal hadiselerde ve devlet yönetimine karşı kullanılmaktadır. Bu farklılıklarda ki anlayışın temelinde kültürel hikâyeler ve emperyal sistem vardır. Yani bir araya gelerek organize bir şekliyle ortak bir ruhun temsilcisi olmanın ötesinde birden fazla kültürün, birden fazla milletin birlikteliği üzerinden gelişen bir dil kullanılarak ayrışmalar ve ayrılıkçılara sebebiyet verilmektedir. Verilen sebebiyetin arka planında gördüğümüz zamanın kavramlarıyla alakalıdır. Çok kültürlülük, çok dillilik ve bunların üzerinden gelişen sihirli kavramlar. Bu kavramlar yine batı toplumunun hikâyesinde insani değerlerini kaybetmek üzere olan sistemin yeniden dirilmesi ile alakalı göçmenlerin oluşturduğu politikalardan sonra ortaya çıkmıştır. Yani bugün Almanya ve Fransa üzerinden örnek verirsek Afrika’nın pek çok halkları Fransa da yaşamaktadır. Farklı din ve dillere sahiptir. Almanya da sadece Türkler milyonlarla ölçülecek sayıdadır. Diğer milletler ve kültürler vardır. Dolayısıyla onların göçmen politikasının neticesinde farklı devletlerden gelen son 30–40 yıllık hikâyelerinin üzerinden oluşan politikaları ile alakalı yaptığı tartışmalardır bu çok kültürlülük tartışması. Ama nikâhları bin yıl önce bu topraklarda kılınmış Anıdan yola çıkan Alparslan’la başlayan yolculukla buraya gelmiş olan kardeşliğin hikâyesi bin yılda karılmıştır. Bu karılmış olan kardeşlik harcını bu ayrılıkçı söylemlerle bölmeye çalışmanın emperyalist bir politika olduğunu bilmemiz gerekiyor.
EMPERYALİST POLİTİKALAR BİZİ GÜNDELİK HAYATTA TEK TİPLEŞTİRMEYE ÇALIŞIYOR
Burada yine kültürün diliyle, siyasetin diliyle ortaya koyulmuştur. Emperyalist politikalar bizi gündelik hayatta tek tipleştirmeye çalışırken aynı tarz kıyafetler giydirmeye, aynı marka arabalara binmeye, birbirine benzeyen evlerde oturtmaya moda ve tasarımla tamamen tek tipleştirirken alt tarafta çok kültürlülük etnik ayrışmayla siz birbirinizde farklısınız diyen yasal dil kullanarak birtakım hususlar farklı farklı zihniyetlere ev sahipliği yapabiliyor. Ama aynısı Paris’te, Fransa’da, Almanya’da, Hollanda’da karşımıza çıkmıyor. Bize bunu dayatan Amerika başta olmak üzere kendisi siyahî Kontakinte’nin torunu olan ve düne kadar o toplumda pazarı, mezarı, toplu taşıma arabası birbirinden ayrı olup aynı arabaya bile binemeyen siyahlar o ülkede iktidar olduğunda, dönüp geçmişe bakıp bir zamanlar bu memlekette siyahlar böyleydi şimdi biz böyleyiz demiyorlar. ‘’Amerika için en değerli vatandaş, en değerli sanatçı, en değerli bilim adamı Amerikan kuruluş felsefesine en yakın olan ve onları benimseyenlerdir.’’ diyor Barack Obama. 41 milyon ispanik İspanyol ana dilde eğitim denildiğinde ‘’ ne alaka eğitim dilimiz ve resmi dilimiz İngilizce bunun tartışılması bile abesleşti’’derler. Kültür, toplum ve yönetim insanlığın doğuşundan bu tarafa tartışma konusudur.
MODERNİTE VE POSTMODERN İKLİM
Yani Erken Dönem Uygarlık tarihinde de böyledir, Orta Çağda da böyledir, Yakın Yeni Çağda da böyledir, modernitenin inşa etmiş olduğu süreçte de böyledir, şimdi yaşadığımız postmodern iklimde de böyledir. Orta Çağ Avrupa sına baktığımızda skolastik felsefenin tamamen hakim olduğu din adına üretilmiş olan uygulamalarla dünyada ki aklın kontrol altına alınıp insanların yaşamlarının daraltıldığı bir dönemde buna meydan okumanın adı Rönesans- Reform hareketleri olarak Martin Luther olarak kendisini dini olarak göstermiş, Fransız ihtilali olarak ta kendisini Fransa da, Paris’te farklı göstermiştir. Batı demokrasi tecrübesine baktığımızda Fransız İhtilali sonrası Paris’te ‘’Giotin’’ denilen alet insan kafasını kopartmak inşa edilmiş. Hitler insanları nasıl katledelim dediklerinde o gaz makinelerini ve fırınları üretmiş insanları yakmak için. Batı demokrasi tarihinde giotinlerden kopan kellelerden dağlar Paris ortasından akan Sen nehri kanlara bulanmış. Ama bu gün hiçbir Parisli aydın entelektüel ve devlet adamı bizim demokrasi tarihimizde kanlar vardır, bir zamanlar kelle koparttık diye konuşma yapmaz. Cumhuriyetin 80 yıllık tarih içerisinde bir takım sancılı süreçlerde ki olan olayları toplumu kutuplaştırmak üzere kullanmak bu konuda devlet aklıyla devlet adamlığıyla örtüşmez. Âşık Veysel ‘’ devlet uyumuşsa âşıklar milleti uyandırır, millette devletini’’ der. Bunun için Murat Çobanoğlu var olsun, ruhu daim olsun bu sürecin içerisinde kültürü toplumu, yönetimi, demokratik hakları düşünürken tarihin üzerimize koymuş olduğu yük doğrultusunda hesaba katalım derim.
ALLAH BU MİLLETİ TEHDİTTEN VE TEHLİKEDEN KORUSUN
Bu gün dünyanın oluştuğu iklimde söylenen şudur: Modernitenin doğal sonucu olarak ulus devletler 19. y.y da ortaya açıktı.19. y.y zamanının ruhu milli devletleri işa etti. Şimdi postmodern bir evre yaşanıyor. Modern sonrası evrede bunlar misyonunu tamamladı. Çok kültürlü, çok milletli federatif küçük devletlere sistem dönüşmelidir. Bu teorinin çıkış noktası felsefeci Derrida bir taraftan, diğer taraftan Amin Maalouf gibi doğunun limanların Semerkant’ı yazan kendisi aslen Arap olan Paris’te okuyan Amerika’da yaşayan kendisini kimlik olarak bir yere kurgulayamayan çok milletli insanlar fantezi olarak felsefi düşüncelerini ortaya koymaktalar. Ama bu dünyayı yöneten çok uluslu sınırlı sayıda ki şirketlerin işine geliyor. Kontrol altına alabileceği yerleri bu şekliyle kontrol altına alıp kendi hâkimiyetini devam ettirecek söylemleri geliştiriyor. Bu Afganistan da, Irakta kanla, silahla yapılabiliyor. Arap baharı adı altında, demokratik tepki adı altında. Yakın coğrafyamızda başka şekilde yapılıyor. Türkiye’de de nasıl yapıldığının filmini izliyoruz. Allah bu milleti tehditten ve tehlikeden korusun. Devlet adamlığı yoksunluğunun yaşandığı ortamdan sağduyulu devlet adamlarının kendi bulundukları yerlerde seslerini ifade etme gününün bugünler olduğu hakikati ortadadır. Bu süreci çok yakın takip etmek gerekiyor. Çobanoğlu manevi şahsının huzurunda tekrar saygıyla minnetle eğiliyorum.”