BİLAKİS ONLAR DİRİLERDİR
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu Edebiyatçı ve Edebiyat Araştırmacısı Prof. Dr. İskender Pala, Kars Valiliği tarafından bu yıl ikincisi hazırlanan “Beyaz Hüzün Sarıkamış Şehitleri Özel' dergisinde “Bilakis Onlar Diridirler” başlıklı yazısı
Pala; Sarıkamış’ta donarak şehit düşen 90 bin asker anısına hazırlanan dergideki yazısında şu ifadelere yer verdi:
Şehid… Elyazması bir uyarlığın sayfalarından maveraya yansıyan kelime.
Bir ş, bir he, bir i ve bir dal. Süzülüp akınca i aradan, “şehd” olur şehid ve şehadet “katıksız lezzet”e döner bal şerbetince.
Şehit ki, kapanınca bir barışa giden yollar ve sıyrıldığında kınından kılıçlar, asla yüz çevirmeyendir düşmandan, ölümden. Ayağını üzengiye koymuşsa bir kez, Allah hesap sorası değildir ondan. Tunç kaleleri zapt eden kılıç, yakışığıdır elbette yiğit ellerin.
Şehit ki cenkte kutbundan ayrılmaz ordunun; ve son kalenin son burcu da düşmeden vermez başını. O ki, kedinin pençesinde fare gibi değil, ideal uğruna tek çare gibi atılmıştır kucağına ebediyetin. Dirilip tekrar-be- tekrar yudumlamak ister bengisuyunu şehadetin. Törensiz ve kefensiz ölür, varlıksız ve bedensiz yaşar.
Şehit ki, kelepçesiz dolaşan canilerin yağlı ilmeklerinden de boynu, tiryak diye akıtılırken akrep zehirleri kınalı avucuna, yılmadan çoğaltıp biriktirir ülküsünü bağrında ve mil çekilmiş gözlerinin mavera perdesinde kırkıncı kapıdan bir gül bahçesine girer İbrahimcesine.
Şehit ki, hangi suçtan infaz edileceği bile yazılmazken yaftasına, sevdalarıyla mayaladığı yurttan iklimler gerçek ölümü öldüren sabır; özlemi özendiren miraç olur. Dirhem dirhem göz yaşlarıyla desenlenmiş bir kilimden gümüş tepsilere sıralanmış sırça kadehlere damla damla bir akış; cinnetlerden cennetlere sevinç dolu bir bakış olur. Şahlanan Burak’ların berk urup aşmasıdır Sidre yi, ancak bir göz yumup açınca…
Hatırla ey ihtiyar dünya!
Kucağında Essenli Yahya’ya emniyet sunmuşken, kör bir testereyle ortadan biçilen kavağı hatırla ve Antakyalı Circis’in boynunu yetmiş kez vuran teberi hatırla. Hayatı anlamayanlar arasında , Var Eden’i anlatmaya yetmeyen yalnızlıkların en uzun öyküsünü hatırla.
Hatırla; saadet çağının ilklerinden ilk ikisini hatırla; hani adları Sümeyye idi, Yasir idi… Sonra Uhud’da Hamza’yı yalnız bırakmayıp koyun koyuna gömülen yetmiş kutlu kulu hatırla. Uçup giden Cafer’in can kuşunu, Ömer’in sırtına yediği hançerden sonraki şükrünü ve Osman’ın kanıyla süslenen Mushaf sayfasını hatırla. Ya Bizans surları önünde Eyyüb-ı Ensari?!... Onların sevdalı sesinde imanın bir değil bin kez dirilmesini hatırla…
Hatırla, seyyidü’t-taife Nihavendli Cüneyt’in Bağdat’taki türbesini. Hatırla, sırlar kaşifi Hallac’ın Ene’l-Hakkı’nı. Ve hatırla Nesimi’nin yüzülen derisini. Aşk parantezine alınmış son gülümseyiş ve son nakışı hatırla… Şehadetin nakışını.
Hatırla, Şirin yar için yardan uçan Ferhat’ın külünğünü; Aslı’nın Kerem’i kül eden saçlarındaki alevleri, Zöhre’nin ruhuyla el ele tutuşup uçan yebaz kuğu Tahir’i. Canını isteyiverince sevgili, gözünü kırpmadan kabul eden civanları hatırla!.
Hatırla ki, Kosova’da, Hüdavendigar, Nis’de Cem, Zigetvar’da Süleyman’dı hani adı şehadetin. Yedikule’de Genç Osman’ın, saray-ı hümayunda Selim-i Salis’in kendisiydi hani şehit.
Hani son çağlığıydı doğum öncesi bir taze gelinin. Bir işkence odasından duyulan son feryadın adıydı. Bazen bir mektubun son satırıydı. Genç umutların genç ekinler misali devrilişiydi hani.
Onlar şehitlerdi, hasat zamanı heybeleri dolu olanlardı. Bir servi gölgesinde asude oturan; bir has bahçede nazla gezinenlerdi hani.
“Garip olarak ölen, şehit olarak ölür” buyurur Efendim. Ve yine buyurur ki, “Dini uğrunda öldürülen şehittir. Kam uğrunda… Ailesi uğrunda… Malı uğruna öldürülen şehittir. Ve en şerefli ölüm., şehitlerin ölümüdür.”
Hatırla öyleyse, Allah-u Ekber Dağlarında kara düşmüş kan damlasını, ayaza çalmış bakışları. Bedenleri değil ruhları donduran beyazlığın maverasında beyaz kuşlara dönüp beyaz iklimlere uçan erleri hatırla. Hani şairin;
Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya.
Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya.
Dediğinde geriye asla bakmadan gidenleri hatırla. Hani hep ileriye, düşmanın geleceği ufka bakarak öylece kalakalmış kahramanlık heykelleriydi onlar…
Hatırla ki bütün çeşmeler şahadete susayanlar içindir; düşmeden gökte yıldız, düşen bedenini beyaz kelebeklerin yükselttiği erler içindir. Belki zulumat ülkesinden aydınlığa çıkan bengisu erleri, belki ab-ı hayat iksiri ile yıkanan erler içindir.
Ve sen ey karlara bıraktığım şehidim; ey bir sarı kamış uğruna yitirdiğim fidanım!.
Allah-u Ekber içinde candan geçen ve tenden geçen ilk şehidim ve son şehidim!
Ay ışırken gecelerde, bir nur iner üzerine ve beyaz güllerden bir çelenk konur başına her gece, her şafakta, her karda ve her ayazda! Ağıtların en hüzünlü güftelerini unutup melekler Rahmanı naşideler yağdırır sağnak sağnak toprağına, çürümesin diye bedin.
Sen ey!... Sen, kulluğumun rafine insanı!... Yıllar yılı, adına ne bir büst, ne bir anıt, ne bir sokak, ne bir bina, hatta ne de bir kitap bulmak mümkün olmayan şehidim! Ey adına yüzlerce film, onlarca roman, binlerce hikayenin adanması seza şehidim. Artık seni ananlar, seni sevdikleri için anıyorlar, artık seni andıkları için seviyorlar. Sen ki Allah için ve vatan için ölmenin adısın, nasıl sevilmezsin. Sen ki karların ve rüzgarların yutmak için genişleyip uzadığı, derinleşip uzandığı; tutup bırakmadığı emanetimsin. Sen ki yer yer bağımsızlığını kaybetmeye ramak kalmış milletimin son çocuğuydun ve eğer yapmaya niyet ettiğini yapmasaydın analar, eşler gelinler ve kızlar, bir ülke namusunun, bir şehir haysiyetinin, bir millet onurunun ayaklar altına alındığını görebilirlerdi.
Sen ey şehit!... Seninle gökler mavi nurlardan bir sevgilinin yüzüne döner ve seninle semada rüyalar sevgili üzerine görülür. Senin sayende yeşertir umutlarını, acıların ölmesinden sonra ülkenin yedisindekiler, yetmişindekiler. Kaypak zamanların ve dönek talihlerin içinde, birikmiş kanlarınla bayrağıma damla damla renk verensin sen çünkü… Çünkü sen bir vakitler bozkır saçlı bir civan, mavi cepkenli bir yiğit idin. Şafak şafak donan kanma kalemimi batırıp romanıma kahraman yapasım gelir bu yüzden seni!…
Seni şairlerin dilinden dinlemek için şiire caize veresim gelir.
Sen ey şehit!... Ağlamak da bin anlatıdır diye şimdi yalnızca ağlıyorum ardından… Üzüntüden değil hüzünden gözyaşlarını. Çünkü yıldızlar, hep başka bir kıyıda doğmak için batarlar ve şehitler daima nur içinde yatarlar!
-Kanat şakırtılarını vende duyuyor musun, okuyucu; sana da gül kokusu geliyor mi? Şu avucundaki Sitare mi, yoksa ay mı, okuyucu? Bugün günlerden hangisi, hatırlıyor musun?!...