Sorunuz şimdi Japonlar da nasıl millettir?
Onu anlatmaya güç yetiremem, hayrettir!
…
Doğruluk, anlaşmaya uymak ,sözünde durmak,şefkat;
Güçsüzün hakkını üstün tutmaya en içten gayret.
…
Kimsenin ırzına, namusuna yan bakmayarak ,
Yedi kat ellerin evladını kardeş tanımak.
…
Daha bunlar gibi az rastlanır çok meziyetler gördüm orada…
Adem’in en temiz çocuklarına sahip bir ada.
Medeniyet’in girebilmiş sadece teknolojisi…
O da ülke sahiplerinden gelecek izne tabi.
….
Batı’nın malları eğer kıymetliyse geçer;
Bir moda olarak gelen şeyler gümrükte çürür!
Gece gündüz açık evler,kapılar mandalsız;
Herkesin sandığı açıkta bilinmez hırsız.
Bunlar 1912 yılında neredeyse bir asır önce Mehmet Akif Ersoy’un yazmış olduğu mısralardır.
Bir müddet bilimsel çalışma için gittiğim Japonya’da Akif’in bir asır önce yapmış olduğu bu meziyetleri gözlemleme fırsatı buldum. Az da olsa batılılaşma rüzgarları esmeye başlamış olsa da Japonlar çalışkanlıklarını, dürüstlüklerini ve Asya’lılara özgü bir çok değeri korumaktalar…
Batılılaşmadan modernleşme ilkesini uygulamaya çalışan bir milletirler…
Türkleri çok seviyorlar, çok saygı duyuyorlar.
İstanbul üzerine meşhur bir şarkıları var.
Türk’lere vize uygulamıyorlar.
Yabancı bir arkadaşla bir alışveriş merkezinde dolaşırken orta yaşlı bir Japon, yanımıza yaklaşarak bizimle tanıştı, kısa süreli bir sohbetten sonra adreslerimizi aldı ve gitti.
Akşam bir telefon aldım, Japon aile beni evlerine davet etmiş ve kırk çeşit yemek eşliğinde Türk Marşı, Mehter Marşı dinletmiş, Atatürk’e övgüler yağdırmışlardı. Çok değer verilmiş ve kendimi çok iyi hissetmiştim. Kısaca çok önemli bir misafir gibi ağırlanmıştım.
Bunlar Japonya ile ilgili hatırladığım da beni mutlu eden güzel anlardır…
...
Ancak yukarıdakiler kadar hoş olmayan diğer bir anım ise şöyledir:
Bir laboratuar çalışmasından önce, uluslar arası bir bilim ödülüne layık görülmüş kır saçlı, otoriter asık yüzlü bir Japon Profesör uzun konuşmasında Japon mucizesinden bahsetti ve konuşmasında Japon mucizesinin temelinde iki şeyin yattığını vurguluyordu:
“Birincisi Japon’lar Samuray geleneğine göre rutin bir şeyin bile nasıl yapıldığını bir yönteme göre yaparlar. Örneğin çay ikramı, çiçek süslemesi gibi şeyler sıradan değildir, sanatsaldır, kuralları vardır ve nasıl yapıldığı ince bir öğretiye dayanır…
İkincisi ise, sokak işçisi bir Japon bile işini bir devlet başkanı kadar hevesle ve mutlulukla yapar. Oysa ben birçok ülkede uzun yıllar kaldım. Japonlar kadar işini severek yapan görmedim. Örneğin Almanya’da yaşadığım yıllarda, Doğu Avrupa’dan ve Türkiye’den gelen işçilerin ne kadar isteksiz ve hevessiz çalıştıklarını gördüm. “ dedi.
Konuşmanın bu yerinde çok üzülmüş ve bir zaman etkisinden kurtulamamıştım.
…
Türk-Japon dostluğu Abdülhamid Hanı’ın 1887 yılında İmparatorun yeğeninin İstanbul'u ziyaret etmesinin ardından Japonya’ya bir heyet göndererek iade-i ziyaret yapılmasını emretmesiyle artar. Gemi, II. Abdülhamid’den Japon İmparatoruna mücevherli imtiyaz nişanı ve diğer hediyeleri götürür ve gemi heyeti İmparator tarafından görkemli bir şekilde karşılanır ,ağırlanır ve uğurlanır. Ne yazık ki, fırkateyn limandan ayırlırken Pasifik okyanusunda batar ve denizcilerimiz hazin bir şekilde Pasifiğin sessiz sularına gömülür.
Bu olaydan sonra Türk-Japon dostluğu daha da pekişerek anıtlaşır...
Anıt Mersin’e dikildi.
Bu yıl (2010) Türkiye’de Japon yılı ilan edildi.
Japon yılı kutlu olsun.
Umarım bu dostluk ebediyen sürer…