Kars Manşet Yazarı Dr. Doğan Kuşman'ın "Ilımlı ve Radikal İslam" başlıklı köşe yazısı:
ÜLKEMİZDE SON GÜNLER DE İDDİA EDİLEN “ILIMLI İSLÂM VE RADİKAL İSLAM” İDDİALARI;
Ve bu iddialara cevap veren bir tek kişi var o da Sayın Cumhurbaşkanımız.
Bazen diyanet işleri başkanı mı veya ilâhiyat hocalarından birimi diye düşündürüyor. Tuhafınıza gitti değil mi ithamım? Aslında din adına konuşulanları savunması gereken fetva makamlığı yapan diyanet işlerinde görevliler değil mi? Ama mümkün mü dinlerini bilmiyorlar ki; eğer dinlerini yaşamış olsalardı Syn Erdoğan gibi İslâm’ın ılımlısı ve radikali olmaz derlerdi. Zaten bu güne kadar kadrolarında Pansilvanya’dan emir alan kişiler ile dolduran ve bu kişilerin din ile alakaları olamayacağın dahi idrak edemeyen dinden uzak kişiler.
Çok sert olduğunu söyleye bilirsiniz ama artık birilerinin İslâm dinine sahip çıkması lazım değil mi?
BAKARA - 42:Ve lâ telbisûl hakka bil bâtılı ve tektumûl hakka ve entum ta’lemûn(ta’lemûne).Ve hakkı bâtıl ile karıştırmayın (örtmeyin) ve hakkı gizlemeyin. Ve (çünkü) siz biliyorsunuz.
İslâm’ın çeşitlendirilmesi Allah'ın dininin yetersiz olduğunu iddia etmelerinden başka bir şey değildir. Kur-an-ı Kerim bir vahiy kitabıdır ve takva sahiplerini hidayete erdirir.
BAKARA - 2:Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn (muttekîne).İşte bu Kitap; O'nda hiç(bir açıdan) şüphe yoktur. TAKVA SAHİPLERİ için bir HİDAYETTİR.
Bu şartlarda anlaşılıyor ki takva sahibi olan bir fetva makamı yok ki Kur-an-ı Kerim onu hidayete erdirsin; olması da bu eğitim ile olması mümkün olmadığını gösteriyor.
Peygamberimiz SAV Efendimize bu kitap kalbine Cebrail AS vasıtası ile indirilmiş.
BAKARA - 97:Kul men kâne aduvven li cibrîle fe innehu nezzelehu alâ kalbike bi iznillâhi musaddikan limâ beyne yedeyhi ve huden ve buşrâ lil mu’minîn(mu’minîne).De ki: “Kim Cibril'e düşmansa o zaman (bilsin ki) muhakkak ki O, ellerindeki (daha önceki kitapları) tasdik eden (Kur'ân'ı), ALLAH'IN İZNİYLE SENİN KALBİNE İNDİRDİ. (O KUR'ÂN), MÜ'MİNLER İÇİN BİR HİDAYET (REHBERİ) VE MÜJDEDİR.”
Peygamberimiz SAV Efendimizin kalbine inen bu kitap onun tarafından ashabına öğretilmişti.
Ee neden şimdi sabikun-el evvelin gibi insanlar yok? Çünkü Kur-an-ı Kerimi onun gibi öğretecek kişiler fetva makamında değil onun için sn. Cumhurbaşkanımız cevap veriyor. Bu benim zannım mutlaka mübarek bir kişinin rahlesinden ders almıştır diye düşünüyorum. Genel olarak dini istismar eden kişilerin kabul etmediği bu dini Kur-an-ı Kerimden öğretilen ve Peygamberimiz SAV Efendimizin sahabeye ve sahabenin kendilerinden sonrakilere öğrettiği gibi. Bu öğretim tabiiyet ile olan bir eğitim sistemi olurdu. Tabi olan tam bir teslimiyet ile tabi olduğu kişiye teslim olurdu. Şimdi böyle bir öğrenim sistemi kalkmıştır.
TEVBE - 100:Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) İHSANLA TÂBÎ OLANLARDANDI. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
Hadi şimdi diye bilir misiniz bunlar dini yaşamamış? Hepsi dinini, dini Allah’tan ve Resulünden öğrenenlerden öğrenmiş. Ya şimdi dini sahabe gibi yaşayan var mı? Mutlaka vardır da, kim olduğunu nereden bileceksiniz ki! Babadan oğula geçen bir saltanat değildir bu takva Allah'ın seçtikleridir. Ama din bezirgânları Allah'ın seçtiklerini beğenmezler ki, yok Arapça bilmez, yok iyi okuyamıyor diye belki Allah'ın katında çok kıymetli bir kuluna zulüm edersiniz. Mevlana’nın oğlu değil mi babasının tabi olduğu şeyhini öldüren. İnsanlar Allah'ın lanetine uğramış kişiye mübareğin oğlu diye göklere çıkarmışlardır.
Velhasıl kimi Allah ile insan arasına kimseyi sokmaz, kimi de Allah ile arasına süslü laf eden insanı dinden uzaklaştıran birini sokar. Nereden bileceksiniz ki? Kavun değil ki koklayıp alasınız. Allah'ın ilmini kime vereceğini size mi soracak. Bu gidişte cennet hayalinizde bile göremeyeceğiz öyle değil mi? Sahabe gibi olamadıktan sonra;
BAKARA - 214:Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum messethumul be’sâu ved darrâu ve zulzilû hattâ yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu metâ nasrullâh(nasrullâhi), e lâ inne nasrallâhi karîb(karîbun). Yoksa siz, kendinizden önce geçenlerin başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmedikçe, cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öylesine şiddetli belâ ve sıkıntılar (felâketler) dokundu ki, resûl ve onun yanındaki âmenû olanlar: “Allah'ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar sarsıldılar. Allah'ın yardımı mutlaka yakındır, (öyle) değil mi?
Sahabeyi Peygamberimiz SAV Efendimiz Allah'a davet etmiştir, ashabın hepsi davete icabet etmiştir.
KASAS - 87:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne). Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve RABBİNE DAVET ET (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma!
Ashabın davete icabet etmesi sonucu hepsi Allah'a kul olmuşlar ve tagutun kulluğundan kurtulmuşlar.
ZUMER - 17:Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi). Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Bu dönemde de davete icabet edip Allah'a kul olan var mı? Bizi davet eden olmadı diyemezsiniz mutlaka Allah'a davet olunmuşsunuzdur. Peygamberimiz SAV Efendimizin davetine icabet etmez misiniz özel olarak davet mi bekliyorsunuz. Mutlaka bu dönemde daha önceki dönemler gibi Allah'a davet eden davetçiler hep olmuştur. Önemli olan davete icabet ettiniz mi? Etmediniz mi?
AHKÂF - 31:Yâ kavmenâ ecîbû dâiyallâhi ve âminû bihî yagfir lekum min zunûbikum ve yucirkum min azâbin elîm(elîmin). Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine icabet edin. Ve O'na îmân edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin (sevaba çevirsin). Ve sizi elîm azaptan korusun.
AHKÂF - 32:Ve men lâ yucib dâiyallâhi fe leyse bi mu’cizin fîl ardı ve leyse lehu min dûnihî evliyâu, ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin). Ve Allah'ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah'tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalâlet içindedirler.
Çünkü davete icabet eden kişi Allah'a mülâki olmayı(Allah'ın emaneti olan ruhu Allah'a ulaştırmayı) kalben dileyen kişidir. Mutlaka Allah bu kişileri kendisine ulaştıracaktır.
ANKEBUT - 5:Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o takdirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.
İşte davete icabet eden kişiyi Allah kendisine ulaştırır ve hidayet eder.” Allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb (yunîbu). Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).”(ŞURA-13) .
Peki, davete icabet etmeyen kişiler; İslâm’ın beş şartını yerine getirenler, tabi ki farz olan amelleri yapacaktır. Ilımlı İslâm mı? Radikal İslâm mı?
Tabi ki insanların önemsemediği (Allah'a teslim olma) dini yerine atalarından öğrendiği dini yaşamaya çalışırlar.
MAİDE - 104:Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûlî kâlû hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şey’en ve lâ yehtedûn(yehtedûne).
Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine (Kur'ân'a) ve Resûl'e (itaate) gelin.” denildiğinde; “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey (din) bize yeter (kâfi)” derler. Ya onların babaları (bu gerçeklere ait) bir şey bilmiyorlarsa ve hidayete ermemişlerse de mi.?
Bu neden ile Kur-an-ı Kerim de Allah'ın vahyettiği dini yaşayan azdır. Bu kişiler tevazu sahibi olup kimseyle şer ilişkisi yoktur ve insanlar bu kişileri önemsiz veya değersiz görürler; hâlbuki bu kişiler Allah'ın katında çok değerlidir. İşte bu kişiler insanları Allah'a davet ederler.
FUSSİLET - 33:Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).
Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasviyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
Demek ki sözün güzeli insanların Allah'a davet edilmesi ki bu davet insan da Allah'ın emanet ettiği ruhu sahibi olan Allah'a ulaştırmayı dileyerek icabet edilir ve kalben dilediyse mutlaka Allah kendisine ulaştırır(hidayet eder). Davete icabet etmeyenler de Allah'a mülâki olmayı yalanlayanlardır.
İşte bu kişiler hüsrandadır ve hidayete eremezler, yani dalalettedirler.
YUNUS - 45:Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne). Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah'a mülâki olmayı (Allah'a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimse(ler) olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıramadılar).
İnsanlar hep böyle kendilerinin Arapça öğrenmeleri kibirlerini arttırdığı için Allah dostlarını hakir görürler ve hiçbir zaman gerçek dini yaşayamazlar. Arapların dilleri Arapça olduğu halde hiç içlerinden bir tane bir Abdulkadir Geylani veya Şah-ı Nakşibendi çıkmış mı? Dilleri Arapça ya kuranı okudukları zaman kendi lisanlarında, neden olmuyor?
Çünkü onlarda kendilerine dinini yaşayıp öğretecek birine ihtiyaç duymuyorlar. Hâlbuki Allah; bu insanlar için şöyle söylüyor.
HAC - 8:Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr(munîrin).Ve insanlardan (öyle) kimseler vardır ki; bir ilme, bir hidayetçiye ve nurlu (aydınlatıcı) bir kitaba sahip olmaksızın Allah hakkında mücâdele eder.
HAC - 9:Sâniye ıtfihî li yudılle an sebîlillâh(sebîlillâhi), lehu fid dunyâ hızyun ve nuzîkuhu yevmel kıyâmeti azâbel harîk(harîkı).
Allah'ın yolundan saptırmak için onu (Allah'ın dînindeki esasları) eğip büker (değiştirir). Onun için dünyada rezillik vardır. Ve ona kıyâmet günü yakıcı bir azap tattıracağız.
Hidayetciniz var mı? Yok, çünkü kabul etmezsiniz. Nurlu kitapla mı yani Kur-an-ı Kerim ile mi, ayetlerle mi, hareket ediyorsun? Hayır. Kur-an-ı Kerim in yerine bir sürü el yazması kitap kurandandır diye sokuşturmuşsunuz.
BAKARA - 78:Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn(yezunnûne).Onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah'ın) Kitabı'nı bilmezler, sadece emaniyyeyi (kişilerin yazdığı kitapları) bilirler. Ve onlar sadece zannediyorlar.
Kur-an-ı Kerim haricinde kitapların Kur-an-ı Kerim ayetlerini açıklaması demiyorlar mı?
BAKARA - 79:Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn(yeksibûne).Yazıklar olsun onlara ki; elleriyle kitap yazarlar, sonra da (emaniyye bilgiler içeren) bu yazdıklarını az bir bedel (para) karşılığında satmak için: “Bu, Allah'ın indindendir.” derler. Yazıklar olsun onlara, elleriyle yazdıkları şeylerden dolayı. Yazıklar olsun onlara, kazandıkları şeyler sebebiyle.
Demek ki el yazması kitaplara itibar edilmemesi, yani Kur-an-ı Kerim dışında hiçbir kitaba itibar edilmemeli.
BAKARA - 80:Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh(ma’dûdete), kul ettehaztum indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu(ahdehû) em tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).Ve (o emaniyyeye tâbî olanlar): “Ateş bize ancak sayılı birkaç gün dokunacak (günahlarımız kadar yanıp cennete gireceğiz).” dediler. De ki: “Allah katından bir ahd mi edindiniz?” (Eğer böyle bir ahd, almışsanız) Allah, ahdinden asla dönmez (Allah'ın ahdinde hilâf olmaz). Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?
İşte gene günahlarımız kadar yanıp cennete gireceğiz diye iddia edilmiyor mu? Bakın bakalım Allah öyle demiyor.
BAKARA - 81:Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).Hayır, (sandığınız gibi değil) KİM GÜNAH KAZANMIŞ DA HATALARI KENDİSİNİ KUŞATMIŞSA; İŞTE ONLAR, ATEŞ HALKIDIR VE İÇİNDE DE DEVAMLI KALACAKLARDIR.
Ne gerek varda ahir yaşantınızı tehlikeye atıyorsunuz ki! Fetva makamlarının söyledikleri değil, Allah'ın söyledikleri önemlidir. Yok Allah'ın ayetleri dışında konuşan ve irşat makamlarını yok sayanlara itibar ettiğiniz müddetçe o ilimle İslâm dinini yaşayamadığınız için Allah'a karşı yalan söyleyen ve yaşayan bir kişi olacaksınız.
EN'AM - 21:Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kezzebe bi âyâtih(âyatihî), innehu lâ yuflihuz zâlimûn(zâlimûne).
Allah'a karşı yalanla iftira eden veya onun âyetlerini yalanlayan kimselerden daha zalim kim vardır? Muhakkak ki O, zalimleri felâha ulaştırmaz (kurtuluşa eremezler).
Neden Allah’ı sevmiyor musunuz ki insanlar için indirdiği İslâm dinini yaşa mıyorsunuz? Bunun için sadece kalben davete (emanet olan ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dilemeniz) icabet etmeniz yetiyor. Allah mutlaka sizin kalbinize mürşit sevgisi verecek ve mutlaka Allah'a hacet namazı ile sorarak gösterdiği dostuna tabi olacaksınız ki sahabeye tabi olan tabiinler gibi tebetabiin olasınız.
ALLAH BİR DİN İNDİRECEK DE BU DİNİ YAŞAYAN İNSANLARIN YOBAZ VE BAĞNAZ OLMASI MÜMKÜN MÜ? YAŞAYANLAR MUTLAKA İLİM AÇISINDA VE YAŞANTI AÇISINDA İBRET ALINACAK KİŞİLER OLUR VE OLACAKTA.
MAİDE - 54:Yâ eyyuhellezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâl mu’minîne eizzetin alâl kâfirîn(kâfirîne), yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim(lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâ(yeşâu) vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar (Allâh'a ulaşmayi dileyenler) ! Sizden kim dininden dönerse, o zaman Allâh onun yerine (başka) bir kavim getirecektir öyle ki, (Allâh) onları sever ve onlar da O'nu (Allâh'ı) severler. Mü'minlere karşı daha alçak gönüllü, kâfirlere karşı daha izzetlidirler (başları dik, vakarlı, şereflidirler). Allâh'ın yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar.İşte bu, Allâh'ın fazlıdır, onu dilediğine (lütfedip)verir. Allâh Vâsi'dir (fazlı ve lütfu geniştir), Alîm'dir (her şeyi en iyi bilendir).
Allah için çok kolay bir şeydir. İşte Allah'ın dinini bu kişiler yaşar ve yaşatırlar ve yaşatacaklar.
YASİN - 21:İttebiû men lâ yes’elukum ecren ve hum muhtedûn (muhtedûne). (Tebliğlerine karşılık) sizden ücret istemeyen (bu) kişilere tâbî olun. Ve onlar, mehdilerdir (hidayete ermiş ve hidayete erdirenlerdir).
Demek ki Allah’ın hidayet dinini yaşayanlardan öğrenmek zorundayız. Bu kişiler Allah'ın dinini öğretme karşılığı ücret almayan kişilerdir. Neden bu kişilerden öğrenmek zorundayız; çünkü Allah'ın vahyini Allah’tan öğrenen bu kişiler ayetleri en iyi açıklayan kişilerdir.
DUHAN - 58:Fe innemâ yessernâhu bi lisânike leallehum yetezekkerûn (yetezekkerûne).İşte böylece O'nu (Kur'ân-ı Kerim'i), senin lisanın ile kolaylaştırdık. Umulur ki onlar tezekkür ederler.
Şimdi Allah'ın seçtiği kişi ile ben mektepte öğrenirim diyen kişi bu ayet ile ayrılıyorlar. İster profesör olsun isterse hafız Kur-an-ı Kerim’i bilemez ve yaşayamazlar, bu neden ile de başkalarına öğretemezler. Allah genelde din adına bilgisi olmayan kişilerden seçer yanlış bilgilerden arınmış olsun.
CUMA - 2:Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn (mubînin).Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (resûle tâbî olmadan evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.
Peygamberimiz SAV Efendimizi bile o dönem de kabul etmeyenler yok muydu? Hatta bu dönemde din eğitmenlerinden kabul etmeyenler de var.
Allah'ın ne istediğini ve neden yaptığını bilemeyiz, O hiçbir şeyi boşuna yaratmaz isterse insanları uyarmak ve müjdelemek için içimizden bir adama vahy edemez mi?
YUNUS - 2:E kâne linnâsi aceben en evhaynâ ilâ reculin minhum en enzirin nâse ve beşşirillezîne âmenû enne lehum kademe sıdkın inde rabbihim, kâlel kâfirûne inne hâzâ le sâhırun mubîn (mubînun).Onlardan bir adama; insanları uyarması, âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenler) müjdelemesi için vahyetmemiz insanlara acaip (garip) mi geldi? Muhakkak ki; onlar için Rab'lerinin yanında (katında) sıddîkler makamı vardır. Kâfirler şöyle der: “Muhakkak ki bu, mutlaka apaçık bir sihirbazdır.” evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.
İşte bu kişiler amenu olanları müjdeliyor. Neden? Çünkü amenu olan kimseler Allah'a davete icabet etmiş kişilerdir.
HUD - 29:Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne). Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah'a aittir. VE BEN ÂMENÛ OLANLARI (ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEYENLERİ) TARDEDECEK (UZAKLAŞTIRACAK, KOVACAK) DEĞİLİM. MUHAKKAK Kİ ONLAR, RAB'LERİNE MÜLÂKİ OLACAKLAR (ULAŞACAKLAR). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
Ne diyorsunuz cahillik mi yapıyoruz acaba. Bunlar Allah'a davet ederken aynı zaman da Sırat-ı Müstakim’e davet ederler. Hani
Fatiha da istediğimiz ve neden istediğimizi bilemediğimiz Sırat-ı Müstakim’e nasıl ulaşacağımızı anlatıyorlar.
MU'MİNUN - 73:Ve inneke le ted’ûhum ilâ sırâtın mustakîm (mustakîmin).Ve muhakkak ki; sen, mutlaka onları Sıratı Mustakîm'e davet ediyorsun.
O zaman bizim de davet etmemiz yanlış olmaz herhalde de neden Sırat-ı Müstakim’e davet edilir bilmezler bu fetva makamları. Bakalım neden Sırat-ı Müstakim;
HUD - 56:İnnî tevekkeltu alâllâhi rabbî ve rabbikum, mâ min dâbbetin illâ huve âhızun bi nâsıyetihâ, inne rabbî alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin)Muhakkak ki ben, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. Yürüyen hiçbir canlı mahlûk (dabbe) yoktur ki; O (Allahû Tealâ), onun perçeminden tutmuş (O'nun kontrolü altında) olmasın. Muhakkak ki benim Rabbim, Sıratı Mustakîm üzeredir.
Demek ki Sırat-ı Müstakim’e davet de Allah'a davet oluyor bu davetlere icabet etmemiz farz mı? Değil mi?
Davete icabet eden herkesi Allah kendisine mutlaka ulaştırıyor, bu kişilerin Allah'a ulaşmalarına evvelden ERMİŞ derlerdi yani DERVİŞ şimdi insanlara antipatik geliyor bu kişiler ama bedelini akıl edemezseniz pahalı ödersiniz. O zaman ılımlı İslâm, Radikal İslam tartışması dış güçler tarafından yutturulur ve diyanetin içinde 15 temmuz teröristleri dolar.
Bir tek CUMHURBAŞKANINA YÜKLENMEYİN sizde öğrenin ve Allah'ın dinini yaşayın ve sahip çıkın.
Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.