KARS MANŞET
Kılıç, yaptığı yazılı açıklamada, “Biz bir arada varız, var olacağız. Yaşasın kadın mücadelemiz, yaşasın kadın dayanışması ve yaşasın 8 Mart.” dedi.
“Neredeyse tarihin başlangıcından bu yana kadının var olma mücadelesi var olagelmiştir. İnsanlığın bir yarısı diğer yarısını baskı altında tutmaya, ezmeye, şiddet uygulamaya devam etmiştir.” diyen Kılıç’ın yaptığı açıklama şöyle: “Bugün de eşit, özgür bireyler olarak yaşamına devam etme noktasında kadının mücadelesi sürmekte ve bu mücadelenin karşısında hala çok büyük, örgütlü eril bir güç bulunmakta ve zor kullanmaktadır. “Kadın düşmanlığının tarihi, binlerce yıl sürdüğü için eşi görülmemiş bir nefretin tarihidir” der Jack Holland.
İktidarın, “makbul kadın” olmayı dayatan politikalarından, yaratılan şiddet ve baskı ortamından elbette bu kentin kadınları da payına düşeni alıyor. Yoğun bir iç göç ve işsizliğin yaşandığı Kars’ta kadınlar kamusal, toplumsal ve üretim alanında kendini var edemiyor, görünür olamıyor. Örgütlü kadın mücadelesinin sekteye uğratılması ve sivil toplum kuruluşlarının etkin olamayışı, kadın sorunlarına ilişkin çözüm üretmeyi zorlaştırıyor. Kadınlar kapalı kapılar ardında baskı, şiddet, istismar, yokluk, çocuk yaşta zorla evlendirilmelere maruz bırakıldığı gibi çözüm üretecek örgütlü yapılarında çok uzağında bırakılıyor. Çok farklı kültürlerin ve etnik yapıların bir arada yaşadığı Kars’ta kadın olmaktan kaynaklanan sorunların çözümü için ortak bir zemin ve mücadele alanı yaratılması elzem ve hayatidir. Bu anlamda bu kentte yaşayan tüm kadınları 8 Mart vesilesi ile dayanışmaya ve yan yana durmaya çağırıyoruz. Yaşamı var eden kadınların, özörgütlülüğü ile hem kentin hem de Kars’ta yaşayan kadınların kaderini değiştirebileceklerini biliyoruz.
Her dönem, kendine göre makul bir kadınlık anlayışı dayatmıştır. Ve bugün de kadınlar, iktidar tarafından çizilmiş bir çerçeve içine sıkıştırılmaya zorlanmaktadır. Ancak kadın mücadelesinin tarihi bu zulme ve nefrete karşı duruşun da eşsiz bir tarihidir. Bizler bu tarihin mirasçıları ve devam ettiricileri olarak alanlardan evlerimize çekilmiyoruz/çekilmeyeceğiz.
Karslı kadınlar olarak evlerimize çekilmeyecek ve bize kadın mücadelesinin devrettiği mirasa sahip çıkacağız!
Ortadoğu’da özellikle Suriye merkezli savaşın başlamasından bu yana milyonlarca kadın savaşın kurbanı oldu. Binlerce Ezidi kadın ve çocuk kaçırıldı, tecavüze uğradı ve büyük çoğunluğunun akıbeti belli değil. Binlerce kadın mülteci olmak zorunda kaldı, bilmedikleri ülkelerde bilmedikleri sorun ve düşmanlıkla karşılaştı. Şiddet gördüler, emekleri sömürüldü, dışlandılar, katledildiler.
Kadına yönelik şiddet sürekli olarak artarak devam ediyor. Neredeyse her gün kadınlar erkekler tarafından katlediliyor. Bianet’in çetelesine göre; Erkekler, 2019'da en az 328 kadını ve 15 çocuğu öldürdü, 51 kadına tecavüz etti, 712 kadını seks işçiliğine zorladı, 232 kadını taciz etti, 279 çocuğu istismar etti. Erkekler 2019'da 630 kadına da şiddet uyguladı. Yargılamalar kadının uğradığı şiddeti önleme yönünde değil erkekleri koruyan sisteme göre yapıldı. Kadınlar korunamıyor. Kadınların bazıları koruma kapsamında iken öldürüldüler. Mahkemelerde haksız tahrik indirimleri, iyi hal indirimleri uygulandı. Nadira Kadirova bir milletvekilinin evinde ölü bulundu. Öldürüldüğüne dair kanıtlar ve ailesinin şikayeti olmasına rağmen dosya kapatıldı. Gülistan Doku hala bulunamadı. Türkiye’de çalışan yabancı uyruklu kadınlara karşı hem emek sömürüsü hem de tecavüz ve istismar devam ediyor. Bu kadınlar sınır dışı edilme ve daha fazla şiddete uğrama korkusu ile başlarına geleni anlatamıyor, yardım alamıyorlar.
Kadınları kapalı alanlardan toplumsal yaşamın içine katan kadın kurumları devlet eliyle, KHK marifetiyle kapatıldı ve kadınlar tekrar evlerine girmeye zorlandı. Kadınlar siyasette aktif rol alamıyorlar. Kısmen politikanın içine girebilmiş çok az orandaki kadınlar söz söyleme ve politika belirleme alanlarında bulunamıyorlar. Toplumsal Cinsiyet hala yabancı bir kavram olarak kalmaktadır. 6284 sayılı kanun, İstanbul Sözleşmesi yok sayılmakta, yargılamalarda ve şiddeti önleme yönündeki uygulamalar hayata geçirilmemektedir. “Aile yapısını tehdit ediyor” şeklindeki gerçeği yansıtmayan söylemlerle İstanbul Sözleşmesinin anti propagandasını yapmaktadırlar. İktidar merkezli pek çok kişi ve kurum İstanbul Sözleşmesi ve nafaka hakkına karşı söylemler ortaya koymaktadırlar. Binlerce kadın erkeklerin tehdidi altında yaşıyor. Sığınma evleri sayısı yeterli değildir. Kadınları erkek şiddetinden koruyacak merkezler, mekanizmalar yeterli değildir ve işletilmemektedir. Kadını şiddet gördüğü alana tekrar geri döndürmektedir. Kadınların sığınma evlerinden ayrıldıktan sonra yaşamlarını nasıl devam ettireceklerine dair bir politika üretilmemiştir. Bunlara karşı örgütlü ve hak temelli mücadelemiz devam edecektir.
2016 yılında AKP tarafından meclise getirilen ve çocuk istismarı faillerine af tasarısı tepkiler üzerine geri çekilmişti. Ancak bu sürekli olarak gündeme getirilmeye çalışılmakta ve gündemde tutulmaktadır. Çocukları istismarcısıyla karşı karşıya getiren bu tasarı meclise bir daha gelmemek üzere iptal edilmelidir. "Çocuk İstismarının Affı Olmaz"
Kadınlara karşı şiddetin bir başka boyutu da eşit iş ve eşit ücreti uygulamayan politikalardır. Kadınların emekleri yok sayılmakta, erkekler ile aynı işi yapmasına rağmen aynı ücrete tabi tutulmamakta, sosyal güvenceleri sağlanmamakta, iş başvurularında cinsiyet eşitsizliği pratiği uygulanmaktadır. İş yerlerinde kadınların yasal hakları olan izinler kullandırılmamakta, işten çıkarılma gerekçeleri sayılmakta ve kadınların çoğunluğu işsiz kalmamak için yasal haklarını kullanmamakta ve mağdur edilmektedir. Eşit iş ve eşit ücret politikaları üretilmediğinden kadınları ev içine hapsetmeye çalışılmakta; çocuk, hasta, yaşlı bakımından sorumlu, ev içi işlerle meşgul etmeye dönük bir politika dayatılmaktadır.
Cezaevlerinde tutulan kadınlar şiddete uğramakta, tacizle karşılaşmakta ve insan onurunu yok sayan muamelelere uğramaktadırlar. Bu kadınların büyük çoğunluğu haklarını nasıl arayacaklarını bilmiyor ve toplumun gözünden uzak bir tecrit alanında kendilerine yapılanlara boyun eğmek zorunda kalıyorlar. Haklarını arama noktasında bilinçli olanların ise bu mücadelesinin önünde iletişim engelleri oluşturulmakta ve disiplin cezaları uygulanmaktadır. Binlerce kadın bebekleriyle cezaevlerinde bulunmakta, hamile kadınlar hapishanelerde tutulmaktadır. Doğumdan hemen sonra hastanelerden tekrar cezaevlerine getirilmektedir. Hijyenik olmayan ortamlarda, yetersiz ve kalitesiz yemeklerle adeta bir yaşam savaşı veriyorlar.
LGBTİ+ bireylere karşı her türlü şiddet, ayrımcılık ve kötü muamele engellenmemekte adeta teşvik edilmektedir. Toplumda en dezavantajlı gruplar haline getirilmişlerdir. Kolluğun şiddet ve baskısına maruz kalmakta, toplumsal yaşamda görünmez hale getirilmeye çalışılmaktadırlar. LGBTİ+ eylemleri yasaklanmakta, engellenmekte ve polisin bu eylemlere katılanlara karşı şiddet uyguladığı görülmektedir. Bu uygulamaları ve devletin şiddetini, baskısını, nefretini kabul etmiyoruz.
Biz kadınlar olarak toplumsal yaşamın; her alanda eşitlikçi, özgürlükçü ve adil olmasını talep ediyoruz. Bu bir istek değil; doğal, doğuştan gelen haklarımızdır. Bu haklarımızın bize erkekler tarafından verilmesini istemiyoruz. Kendi haklarımızı alacağımız politikalarımızı, kendimiz belirleyeceğiz. Biz kadınlar, patriyarkanın ve kapitalist sistemin makul bireyleri olmadık, olmayacağız. Bize dayatılan politikalara karşı el ele mücadelemizi yükselteceğiz, dayanışma içinde olacağız.
Biz bir arada varız, var olacağız.
Yaşasın Kadın Mücadelemiz!
Yaşasın Kadın Dayanışması!
Yaşasın 8 Mart!”