Prof. Dr. Yunus Kılıç, TBMM’de Tarım Politikalarını Anlattı
AK Parti Kars Milletvekili Prof. Dr. Yunus Kılıç, TBMM’de tarım politikalarını anlattı
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; MHP Grubunun Adana, Tokat ve Türkiye genelindeki tarım politikalarıyla alakalı yapmış olduğu, gerekçelerde belirtmiş olduğu eleştirilere cevap vermek üzere grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygılarla selamlıyorum.
Tabii, Mehmet Erdoğan Bey gerekçeleri oluştururken aslında gerekçelerin beklenen sonuçları da doğurabilecek gerekçeler olduğu, oysa tarımın zaten iklimsel koşullara oldukça açık bir alan olduğu ve 1999 yılından beri afetlerin olduğu bir ülkede ve tarımsal üretimin de bu sayede azaldığı ve çiftçinin de bu nedenle çeşitli sıkıntılara girdiğinden bahsediyor. Aslında, yani, buna AK PARTİ ne yapabilirdi, herkesin öncelikle bir bunu düşünmesi lazım. 1999’dan alıyorsunuz, "Ülkede afetler yaşanıyor." diyorsunuz ve kuraklık yaşanıyor ve tabii ki ürün azalması meydana geliyor, o arada da hayvan sayımız da tedricen yükselmeye devam ediyor, kültür ırkına geçiş artıyor. Dolayısıyla, bir kültür ırkına geçen hayvanın tükettiği yem miktarı -siz de gayet iyi bilirsiniz- kendi yerli hayvanlarımızın yaklaşık 2,5 katıdır. Dolayısıyla, kaba yeme olan ihtiyacımız artıyor ama ülkede de bir taraftan kuraklık görülmeye devam ediyor. Tabii, aslında bunlar bir sebep. Bunlar kümülatif olarak, genel olarak tarım ve hayvancılığın sorunlarını anlatmaya yetmez aslında. Bunlar tek başına bir gerekçe değildir aslında ama ne oluyor ülkede arkadaşlar? Ülkede genel olarak büyük fotoğrafa bakmak lazım. Tabii ki bir dönem Adana’da, bir dönem Tokat’ta, bir dönem Kars’ta, geçen yıl olduğu gibi Doğu Anadolu Bölgesi’nde iklime bağlı sıkıntılar yaşanabilir. Türkiye, büyük bir ülkedir, 76 milyon insanı… Yaklaşık 60 milyonun üzerinde de bir hayvan varlığına sahip olan bir ülkeydi aslında. Ha, bu sayılarımız gün geçtikçe azalmıştır ne yazık ki 80 yıllarından ta 2002 yılına gelinceye kadar ama şimdi yavaş yavaş çıkma trendine başlamıştır ve insanımızın refahının artmasıyla birlikte ihtiyacı olan hayvansal ve tarımsal ürünleri de yavaş yavaş karşılanma noktasına gelmiştir.
Doğrudur, yağlı tohumlarda açığımız vardır ama bu hep vardı. 2002’de de Türkiye’de yağlı tohum ithalatı yapılmaktaydı; o zaman 2 milyar dolardı, şimdi 3 milyar dolar. Türkiye’deki şu anda yağlı tohum üretimimizin toplamı, 2002 yılına göre 700 bin ton daha artmıştır; 2,5 milyon tondan, 3,2 milyon tona ulaşmıştır. Demek ki aslında artış vardır, yüzde 26’lara varan bir artış vardır fakat insanımızın da refahının artmasıyla birlikte üretimden kaynaklanan miktarın daha fazlasına ihtiyacı vardır. Yani, refah artmıştır. Turist artmıştır bu ülkede, 9 milyondan 30 milyona çıkmıştır, turist tüketim demektir. İnsanımızın refahı artmıştır, 3.500 dolardan 10.500 dolara çıkmıştır. Kırmızı ete, hayvansal ürünlere olan talep artmıştır, bu dünyada da zaten böyle bir gidişat her yerde görülür.
Şimdi, AK PARTİ bu süreçte ne yapıyor arkadaşlar? Bunlar mazeret değil. Yani, efendim, kıtlık olabilir, ülkenin bir tarafında iklim kötüye gidebilir ama Türkiye büyük bir ülkedir. Bir taraftan üretemediğini başka taraflardan üretmek ve insanlığın ihtiyacı olan hayvansal ve tarımsal üretimi ihtiyacı olduğu kadar sürdürülebilir bir şekilde, hijyenik, tarladan çatala kadar ulaştırmak zorunda olan ve buna da imkânları olan bir ülkedir.
Bir de şöyle bakmak lazım: Türkiye aslında suyu çok bol olan, tarımsal üretimi çok yüksek olan iklim özelliklerine sahip bir ülke de değildir. Peki, bütün bu yokluklar içerisinde yapılması gereken nedir? Daha iyi bir planlama, imkânları daha iyi kullanabilme olanaklarını geliştirme ve insanların ihtiyaçlarını belirleme, tarım alanlarını havza bazlı modellere döndürme, fark ödemeleri yapma ve insanların önünü görebilmesini sağlamak, tarımdan bir müddet daha çıkışlarını geciktirmek. Çünkü Türkiye, hâlâ beklenen oranda hizmet sektörünü geliştirememiş bir ülkedir, tarımda insanımızın bir müddet daha kalmasına ihtiyaç vardır. Eğer biz bunu gerçekleştiremezsek, büyük şehirlerde istemediğimiz yığınların oluşmasına, ekonomik sıkıntıların artarak devam etmesine sebep olan bir ülke olmaktan da açıkçası kurtulamayız.
Şimdi Türkiye’de aslında, hâlâ yüzde 24 civarlarında tarımsal alanda istihdam olan insan varlığımız var, fakat aslında bu böyle midir? Böyle değildir. Türkiye’de aslında hâlâ arkadaşlar, yüzde 40 civarında tarımda uğraşan, geçimini sağlayan, ülkeye de aynı zamanda katkı da üreten bir insan varlığımız var. Neden böyle? Çünkü hâlâ ilçelerimizin bir kısmında -siz de gayet iyi biliyorsunuz- insanımız hayvancılıkla uğraşıyor, hatta küçük şehirlerimizin ortasında, mesela Kars gibi bir şehirde şehir ortasında arkadaşlar, hayvancılık yapan hemen hemen 1.000 aile var. Demek ki, bunlar da her ne kadar şehirli gibi görünüyorsa da aslında hâlâ tarımdalar, hâlâ üretmeye çalışıyorlar. Yani, bir insan, kendine ilave olarak 1,5 insana daha tarımsal ve hayvansal üretim yapıyor.
Bunlar hâlâ iyi günlerimiz bakın, eğer biz, AK PARTİ’yle beraber bu politikaları iyi yönde çevirebilmiş olmasaydık, geliştirmemiş olmasaydık ve hâlâ da geliştirme ihtiyacı var itiraf ediyorum, bunu yapamamış olsaydık arkadaşlar, şu andaki bizim tarımsal üretimimizin, artan refahımızla birlikte insanımıza yetmesi söz konusu olmayacaktı, daha büyük ithalatçı bir ülke olacaktık eğer 2002’den önceki tarımsal politikalarla devam etseydi bu ülke.
Yapmamız gerekenler daha nelerdir? Evet, daha çok yapmamız gereken şey vardır, bunlar başlanmıştır, kimisi kısa vadeli, orta vadeli ve uzun vadeli politikalar hâline getirilmiştir. Kimisinin meyveleri alınmaya başlamıştır ama alınacak daha çok mesafe vardır. Örneğin, Türkiye’de ilk defa arkadaşlar, arazilerin bölünmesinin engellenmesiyle alakalı bir gayret vardır. Bu, Türk tarımının özüdür, kurtuluşu buradadır. Evet, bu, bazı sıkıntılar getirebilecektir, belki insanların arazilerini paylaşma noktasında kardeşler arasında, akrabalar arasında ama Türkiye eğer bunu beceremezse, artık birkaç yıl sonra herkesin bir mendil büyüklüğünde arazisi, verimsiz, maliyetleri yüksek, tarımsal üretimi ülkeye hiçbir katkı sağlamayan ve zamanla insanların da gelirlerini burada elde edemeyeceği için uzaklaştıkları bir alan hâline gelecek. Türkiye’nin tarım ve hayvancılıkta aciliyetle yapması gereken önceliklerden bir tanesi budur. Ha, işletme büyüklüklerini büyütmemiz lazım. Örneğin, diyorsunuz ya: "Efendim, kredi almak, bankaların kredi vermesi övünülecek bir şey midir?" Evet arkadaşlar, övünülecek bir şeydir. Neden? Çünkü Türkiye’de şu anda yüzde 0 ile 7,5 arasında hayvansal ve tarımsal krediler veriliyordu. 2002’den önce bunlar 50 ile 60 aralığındaydı yani aldığı zaman ödeyemiyordu insanlar, ödeme geri dönüşlerinin oranı yüzde 34’lerde idi. Şu anda geri dönüşler yüzde 99,5’larda bakın. Demek ki insanımız, tamam, zorlanıyor, evet, elbette zorlanıyor, bunu inkâr edebilir miyiz? Tarım ve hayvancılıkla uğraşanların hayatı her zaman zordur ve gelişmekte olan ülkelerde bu açık kapatılamazsa ileriki yıllarda artarak devam edecektir. Bütün gayretimiz buna olmalıdır. Şimdi dönüş oranı yüzde 99,5’lardadır.
Traktör satışı eski yıllardakine göre 10 kat artmıştır arkadaşlar. Demek ki çiftçimizin bir şekilde geliri ve refahı da ister istemez yükseliyor ama ülkenin diğer kesimleri kadar artıyor mu? Artmıyor. Dünyanın tamamında da böyledir. Bizim, ülkemizdeki gelir seviyesi yükselirken çiftçimizin, dar gelirlimizin de gelir seviyesini daha fazla yükseltmek, üst segmentle olan arasındaki açıklığın kapatılması için ilave politikalara ihtiyacımız var. Yoksa, her zaman çiftçi, köyde yaşayan, tarımla uğraşan insanlar, ülkenin genelinin millî gelirden aldığı payın üçte 1’i kadar almaya devam ederler. Bu ise sosyal devletlerde istenen bir şey açıkçası değildir.
Bunun dışında ne yapılıyor? Havza bazlı üretim modelleri destekleniyor dedik. Fark ödemeleri yapılıyor. Bakın arkadaşlar, 2012’de, 2013’te, 2002’deki prim ödemelerinin tam 10 katından fazla prim ödemesi yapılmış. Bu, çiftçiye verilen, direkt bir alanda tam 10 katından fazla planlı üretimi yapmasını sağlayabilmek için verilen en önemli destektir. Yani, şu olmayacak artık ülkede birkaç yıl sonra inşallah: Bir yere patates ekecek, zarar edecek, bir yıl patates bulamayacağız ülkede, tüketici mahvolacak. Yani, bu planlama tarımda en önemli şeydir. Tarımla, hayvancılıkla uğraşan insanımız önünü görecek çünkü tarımda, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki insanlarda sermaye birikimleri azdır. Eğer bir yıl bir sıkıntı yaşarsa gelecek yıla onu toparlama imkânı yoktur, geri dönüşü uzun olur ve bu insan, zamanla hayat standartları da düşeceği için -ister istemez tarımla uğraşır- tabiri caizse gelir büyük şehirlerde ülkenin başına sıkıntı olur. Demek ki, insanlarımızın, yaşadığı alanlarda yaşam standartlarını ve gelir seviyelerini yükseltmesinin yollarını bundan sonra daha çok aramamız lazım, bunları kimsenin görmezlikten gelmemesi lazım.
Evet, ülkede insanımızın yaşam standardı yükselmiştir, tarımda uğraşanların millî geliri de bin dolardan 3.600 dolara çıkmıştır ama bu yeterli midir? Değildir. İnsanımızın, 10 bin dolar seviyelerine çıkarılmasına ihtiyacı vardır, sadece tarımla uğraşanların. Diğer kesimin ne olacak? 25 bin dolarlar…
Bunlar hedeftir. Yapılabilir mi? Yapılabilir çünkü bu 10 bin dolara çıktığı gibi bu da yapılabilir diyor, hepinize saygılar sunuyorum.