‘Peygamberler aynı ilahi mesajı iletmişlerdir’
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Batının yaşadığı iki büyük dünya savaşının ve çöken imparatorlukların yarattığı şiddetli travmaya rağmen, o günlerde Batı ile İslam dünyası arasında sosyal, ekonomik ve siyasal alanda mevcut olan mesafe, hala kapatılabilmiş değildir” dedi.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın organizasyonunda gerçekleştirilen Kutlu Doğum Haftası, Ankara Arena Spor Salonu'nda düzenlenen törenle başladı. Etkinliğe Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eşi Hayrünnisa Gül, Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve çok sayıda davetli katıldı. Cumhurbaşkanı Gül, yaptığı konuşmada, "Bugün Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimizi anmak üzere burada bulunmaktayız.
Bizler, bugün insanlık tarihini derinden etkilemiş, mesajları ve hayatıyla insanlığın aydınlanmasına ve olgunlaşmasına yön vermiş Allah'ın elçisi Peygamber Efendimizin dünyamıza teşriflerinin 1443. yılını idrak ediyoruz. Bu vesileyle doğumunu kutladığımız Peygamber Efendimizi muhabbetle yad ediyor, siz değerli vatandaşlarımla birlikte olmaktan duyduğum mutluluğu ifade etmek istiyorum. Ayrıca, her yıl düzenlenen ve geleneksel hale gelmiş olan Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin olgun, kapsayıcı ve aydınlatıcı bir ortamda cereyan etmesini sağladığı için Diyanet İşleri Başkanlığımıza ve mensuplarına teşekkür ediyor, hepsini tebrik ediyorum" şeklinde konuştu.
"İnanıyorum ki bu etkinlikler toplumumuzda Peygamberimizin yüce kişiliğinin örnek hayatının ve aydınlatıcı rehberliğinin doğru bir şekilde anlaşılmasına, onun önceliğini yaptığı ve hepimize tavsiye ettiği 'huzur ve sevgi ikliminin oluşmasına' çok anlamlı katkılarda bulunacaktır" diyen Cumhurbaşkanı Gül, "Bugün yad ettiğimiz Sevgili Peygamberimiz Hz. Adem'den itibaren içinden çıktıkları toplumlara ve bütün insanlığa yeni ufuklar açan, onlara iyilik ve doğruluk yolunda rehberlik yapan kutlu elçiler zincirinin son halkasıdır. Peygamberlerin hepsi farklı tarih bilimlerinde ve farklı coğrafyalarda olsa da esasta aynı ilahi mesajı ve aynı evrensel hakikati tebliğ etmişlerdir. Bu inanç dinimizin kuşatıcılığının ve evrenselliğinin en önemli dayanağıdır.
Onun Allah'ın lütfu ile insanlığa tebliğ ettiği ilk mesajından itibaren geçen 23 yıllık peygamberlik dönemi tüm zamanlara ışık tutan ve rehberlik yapan hakikatler ile doludur. O, sadece içinden çıktığı toplumun insanlığına ilettiği ve bugün bizler için de geçerli olan mesajlarıyla değil, aynı zamanda örnek kişiliği ve hakikate şahitlik yapan hayatıyla da her zaman olduğu gibi bugün de gelecekte de dünyamızı aydınlatmaya devam edecektir. Onun gerek bir insan olarak sahip olduğu hasletlerin gerekse peygamber sıfatıyla yaşadığı hayatının temel özelliklerinden sadece birkaçına burada değinmemiz devam eden rehberliğin yol gösterici niteliğini bize yeniden hatırlatacak. Bildiğiniz gibi onun insanüstü özelliklere sahip olmadığı, içinden çıktığı toplumun normal ferdi gibi ölümlü bir insan olduğu gerçeği muhtelif ayetlerde de vurgulanmaktadır.
Nitekim, inanmaları için kendisinden sürekli insanüstü mucizeler, harikuladelikler bekleyen toplumun beklentisini kıran ve onun beşer tarafını hatırlatan bazı ayetler nazır olmuştur. Onun bu beşer kimliğinden dolayıdır ki ilahi mesajlar insanların aklına düşünme ve muhakeme etme melekelerine seslenmekte ve özlerindeki temiz fıtratı harekete geçirmektedir. Allah'ın mesajlarını düşünen, tefekkür eden bir topluma indirdiğini buyurması da aklın ve düşünmenin İslam dininin tebliği ve medeniyetinin gelişmesinde oynadığı temel fonksiyonları ortaya koymaktadır" ifadelerini kullandı.
Peygamber efendimizin, o günün kavgalı kabilelerinden oluşan parçalı toplumunda bile toplumda güven kazandığına dikkat Çeken Gül, “Yine hepimizin bildiği gibi, Peygamber’imiz, hayli olgun yaşında ilk ilahi mesaja muhatap olmasından önceki hayatında, itidalli, adaletli ve dosdoğru kişiliğiyle takdir görmüştür. O günün farklı ve çoğunlukla kavgalı kabilelerden oluşan parçalı toplumunda bile toplumun bütün fertlerinin ortak güvenini kazanmıştı. Bundan dolayı da Muhammedü’l Emin olarak anılmaktaydı.
Esasen Allah’ın bahşettiği bu üstün insani vasfı sayesindedir ki, kendisine gelen ilk ilahi mesajları tebliğ ettiği insanlardan önyargısız olanları, kendisinden ayrıca bir mucize beklemeden sözünün doğruluğuna inandılar ve ona tâbi oldular. İçinde yaşadıkları toplumun “cahiliye” olarak tanımlanan bağnazlıklarından ve sapkınlıklarından vazgeçmeyenler ise, hakikati görmezden gelme, ona kulaklarını ve kalplerini kapama yoluna saptılar ve tarihin zikrettiği düşmanlıklara tevessül ettiler” diye konuştu.
“VEDA HUTBESİ, CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİNE VE EKONOMİK SÖMÜRÜYE KARŞI GÜÇLÜ UYARI VE TEMBİHLERLE DOLUDUR”
Peygamberimizin kendisine düşmanlık eden insanları bile affettiğini belirten Gül, “İslam toplumunun, bu sancılı yıllarını başarıyla atlatarak, içinden çıktığı coğrafyaya hâkim hale gelmesi sürecinde sergilenen başka bir örnek davranış tarzını da hatırlatmadan geçemeyeceğim.
Bu da, Peygamberimizin Mekke’yi fethedip İslam toplumunun kökleşmesi yolundaki en önemli engeli aşması sonrasında, kendisine ve arkadaşlarına en şiddetli düşmanlığı yapan Mekke’li liderleri ve takipçilerini yüce gönüllülüğüyle affetmesi; öfke ve intikam duygularını bir tarafa bırakarak bütün insanlığa örnek olacak bir barış ve birlikte yaşama ruhunu hakim kılmasıdır.
Ayrıca, Peygamberimizin Veda Hutbesi’nde yaptığı tembih, tavsiye ve uyarıları da hep akılda tutmalıyız. Bütün bir İslam dünyası ve Müslümanlar olarak onlarla ne kadar uyum içinde olduğumuzu sorgulamalıyız.
‘Ey İnsanlar! Sözümü iyi dinleyin!’ diye başlayan Veda Hutbesi’ni, bugünün kavramlarıyla ifade edersek, ırk ayrımcılığına, cinsiyet eşitsizliğine ve ekonomik sömürüye karşı güçlü uyarı ve tembihlerle doludur.
Bu uyarıların bugün sadece İslam ülkeleri için değil, modern gelişmiş toplumlar için de hâlâ geçerliliğini sürdürmesi, Peygamberimizin tavsiye ve uyarılarının tarih üstü evrensel değerini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Hepimizin bildiği bu gerçekleri yeniden hatırlatmamız, İslam dünyası olarak son birkaç yüzyıldır içinde bulunduğumuz durumu ve bugün şahit olduğumuz, pek de parlak olmayan sosyo-ekonomik ve siyasi tablonun sebeplerini doğru anlamamızı sağlamak içindir” dedi.
Peygamberimizin temellerini attığı İslam Toplumunun, kısa sürede dünyanın sayılı siyasi ve ekonomik güçlerinden biri haline geldiğine dikkat çeken Gül, “Temelleri Peygamberimiz tarafından biraz önce kısaca değindiğimiz şartlarda atılan küçük İslam toplumu, kendilerinin vefatından sonraki yirmi-otuz yıl içinde, o günün sayılı siyasi ve ekonomik güçlerinden biri haline gelmiştir.
Bu süreçte yaşadığı birçok üzücü mücadeleler ve iç bölünmeye rağmen, takip eden yüzyıllar boyunca, dünyanın dört bir tarafına yayılmış geniş bir coğrafyada insanlığın o güne kadar yaşamadığı bilimsel, düşünsel, sosyal ve ekonomik gelişmeyi hayata geçirmeyi başarmıştır.
Bu tarihsel süreç içinde İslam toplumunun, çok çeşitli kültürlere, dini inançlara, hayat tarzlarına ve medeniyetlere ev sahipliği yapan geniş bir coğrafyada olağanüstü bir hızla yayılması, bir taraftan başlangıçtaki berrak dini safiyetin ve toplumsal bütünlüğün bozulmasına yol açmış, diğer taraftan da karşılaştığı bu farklılıklarla gerçekleştirilen etkileşimler sayesinde verimli sentezlere ulaşmayı sağlamıştır” şeklinde konuştu.
“MODERNLEŞMEYİ, BİR HAYAT TARZI DAYATMASI OLARAK ALMAK, TOPLUMLARI İSTİKRARSIZLAŞTIRAN AŞIRI TEPKİLERİN DOĞMASINA YOL AÇMIŞTIR”
Cumhurbaşkanı Gül, konuşmasına şöyle devam etti:
“Tarihimizi yok saymak, insanlık tarihine yapılan olağanüstü katkıları bilmemek, hatta bazen bir yük olarak görmek, nasıl ki son yüzyıllarda yaşanan olumsuzlukların getirdiği bir kompleksin eseri ise, sadece zaferler, başarılar ve şeref tabloları ile dolu bir tarih olarak resmetmek de, yararsız bir övünmenin ve tarihsel olgunluklardan uzak bir kutsayıcılığın ürünüdür.
Tarihin doğru okunması, hem bugünü doğru değerlendirmenin hem de geleceğin temellerini sağlam bir şekilde atmanın vazgeçilmez şartıdır.
Son bir kaç yüzyılda Batı dünyasında entelektüel bir hegemonya oluşturan oryantalizmin, İslam dini, Müslüman toplumlar ve İslam kültür ve medeniyeti hakkında çizdiği olumsuz tablonun etkisinde kalıp, İslam dünyasının yaşadığı bütün sosyal, siyasal ve ekonomik sorunların sorumluluğunu dine yükleyen anlayışın, hem vahim bir yanlışlığın, hem de kısır bir dogmatizmin ürünü olduğu, bugün açıkça ortaya çıkmıştır.
Bu anlayışların etkisinde kalarak kendi tarihleri, kültürleri ve medeniyetleriyle bağlarını radikal bir biçimde kopararak kendi halkı ve değerleriyle ters düşen İslam ülkelerinin çoğunun bugün içinde bulunduğu kaotik tablo, bu anlayışın çözümsüzlükten ve kaostan başka bir şey üretmediğini göstermektedir.
Kaldı ki, bu şekilde bir inkarcılık, o toplumların Müslüman kimliğini de ortadan kaldırmamakta, tersine, ilave bir takım toplumsal ve siyasal sorunların doğmasına sebep olmaktadır.
Birçok İslam ülkesinde hayal kırıklığı ile sonuçlanan bu eğilimler, 20. Yüzyılın başlarında ortaya çıkıp günümüze kadar devam eden, yanlış ve eksik bir modernleşme anlayışının ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Modernleşmeyi, toplumsal, ekonomik ve siyasal standartları yükseltme modeli olarak almak yerine, bir ideoloji ve bir hayat tarzı dayatması olarak almak, hem modernleşme yolunda başarısızlığa sebep olmuş, hem de toplumları istikrarsızlaştıran aşırı tepkilerin doğmasına yol açmıştır.”
Batı’nın yaşadığı iki büyük dünya savaşına rağmen, Batı ve İslam dünyası arasındaki sosyal, ekonomik, siyasal mesafenin kapatılamadığını belirten Gül, “19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı aydınları arasında yaygın olarak tartışılan ‘neden geri kaldık’ sorusu maalesef bugün birçok İslam ülkesinde hala geçerliliğini korumaktadır. Bu tartışmanın yapıldığı günlerin üstünden bir yüzyıldan fazla zaman geçmesine ve bu süre zarfında İslam coğrafyasında büyük siyasal ve ekonomik değişiklikler yaşanmasına rağmen bu sorunun geçerliliğini sürdürmesi, doğru cevaplar verilemediğini veya doğru cevapların doğru politikalara dönüştürülemediğini göstermektedir.
Batının yaşadığı iki büyük dünya savaşının ve çöken imparatorlukların yarattığı şiddetli travmaya rağmen, o günlerde Batı ile İslam dünyası arasında sosyal, ekonomik ve siyasal alanda mevcut olan mesafe, hala kapatılabilmiş değildir.
Batı toplumlarının yaşadıkları onca travmalardan nihayet ders alarak kurumsal yapılanmada, birey hak ve özgürlüklerinde, refah artışında, gelir dağılımında, teknolojik gelişmede ve birey-devlet ilişkilerinde gerçekleştirdikleri ilerlemeler, iki dünya arasındaki mesafeyi, sadece zenginliğe ve ekonomik gelişmeye ilişkin bir nicelik farkından ibaret bırakmayıp maalesef insani ve toplumsal gelişme alanında bir kalite ve seviye farkına da dönüştürmüştür.
Bu farklılığın somut sonuçları olan İslam dünyasındaki otoriter rejimleri, bireysel hak ve özgürlüklerden yoksunluğu, kurumsal geriliği, eğitim yetersizliğini, gelir dağılımındaki eşitsizliği, yoksulluğu, kamu yönetiminde şeffaflık ve hesap verebilirlik kavramlarına uzaklığı görmezden gelmemiz mümkün değildir.
İşte içinde bulunduğumuz bu çağda sürdürülmesi mümkün olmayan bu yanlışların birikimi sonucu, İslam dünyasında son yıllarda, kaçınılmaz başkaldırmalar olmuş ve insanlar haklı taleplerle meydanlara çıkmışlardır.
Çağı kavrayabilen liderlikler dönüşümün ülkelerinde daha az maliyetle gerçekleşmesinin yolunu açarken, statükolarını korumakta ısrarlı olanlar ülkelerini harap etmişler, vatandaşlarını kan ve gözyaşına boğmuşlar veya sürdürülemeyecek politikalarla ülkelerini onlarca yıl geriye götürmüşlerdir.
Şüphesiz ki, bir yandan Müslümanlar olarak bu acıları derinden hissedip üzerimize düşen dayanışmayı gösterirken, diğer yandan da bu hüzünlü tablodan akılla çıkmanın yollarını bu ülkelere göstermek zorundayız” diye konuştu.
“HAK-HUKUK, ŞEFFAFLIK, HESAP VEREBİLİRLİK VE EŞİTLİK GİBİ DEĞERLER BİZİM ÖZ DEĞERLERİMİZDİR”
“Aslında tüm İslam dünyasındaki yönetici kadrolar, Peygamberimizin tatbikatındaki katılımcı, müzakereci ve çoğulcu değerleri, adaleti ve hukuku temel alan yönetim ilkelerini hayata geçirme yolunda çaba göstermeleri halinde hem genel olarak İslam coğrafyasına, hem de kendi ülkelerine en büyük iyiliği yapmış olacaklardır” diyen Cumhurbaşkanı Gül,
“Bugün inanıyorum ki, kendi ülkelerinde daha fazla demokrasi, daha şeffaf bir kamu yönetimi, daha geniş bireysel hak ve özgürlükler ve daha fazla hukuk ve adalet için çaba gösteren Müslümanlar, hem İslam’ın ruhuna ve temel ilkelerine daha uygun bir tutum sergilemiş olacaklar; hem de kendi ülkelerinin ve insanlarının mutluluğuna ve refahına katkıda bulunmuş olacaklardır.
Unutmayalım ki, bugün gelişmiş Batı toplumlarına farklı terminolojilerle maledilen ‘iyi yönetişimin’ vasıfları olan hak-hukuk, şeffaflık, hesap verebilirlik ve eşitlik gibi değerler bizim öz değerlerimizdir. Bu değerleri bireysel ve toplumsal hayatımızda gerçekleştirdiğimiz takdirde maddi ve manevi zenginliğe ulaşabiliriz.
İslam’ın düşünmeye, araştırmaya, aklı ve bilgiyi kullanmaya değer verdiği dönemlerdeki yükselişinin yeniden tekrarlanması için gerekli zihinsel şartları hazırlamak, bu konulara kafa yoran aydınlarımıza, devlet adamlarımıza, eğitimcilerimize düşen bir görevdir. Ama bu konuda en büyük sorumluluk da, Diyanet ve İlahiyat camiasına düşmektedir” ifadelerini kullandı.
Gül, sözlerine şöyle devam etti:
“Diyanet İşleri Başkanlığımızın, bu yılki Kutlu Doğum Haftasının ana teması olarak ‘samimiyet’ konusunu seçmesini anlamlı buluyor ve takdir ediyorum. Bu vesileyle şu hususu yeniden ifade etmek isterim: İçtenlikli bir şekilde kendimizden başlayarak çevremize bakmalıyız. İyi niyetli ve istikrarlı çabalarla gidişatımızı gözden geçirmeliyiz. Bu topraklarda her inanç grubunun, her aidiyet ve mensubiyet çizgisinin huzur ve bekasını garanti altına almalı ve bu konuda vicdani ve ahlaki açıdan sorumluluk duymalıyız.
Bugün Hz. Peygamberi sevmenin, ona tabi olmanın her şeyden önce derin bir samimiyet gerektirdiğini düşünüyorum. Bin yılı aşkın Müslümanlık tarihimizin ortak özelliği dinde samimiyettir. İnsan, ilişkilerini Allah’la nasıl kuruyorsa çevresindekilerle de öyle kurmak zorundadır. Kabul etmek gerekir ki günümüzde herkes gibi bizler de ağır samimiyet sınavlarından geçmekteyiz.
Allah ve Peygamberle olan ilişkilerimizin özü samimiyet üzerine bina edilmiştir. Peki, diğer insanlarla, kendimizle, doğayla ve cümle mevcudatla kuracağımız ilişkinin dini ve ahlaki temeli ne olacaktır? Bu vesileyle bu konunun üzerinde hep birlikte yeniden düşünmeli ve her birimiz kendimizi gözden geçirmeliyiz.
Sözlerime burada son verirken birbirimize karşı samimi olmamızın, özümüzle sözümüzün, içimizle dışımızın bir olmasının her şeyden önce sağlıklı bir toplum olmanın en temel şartı olduğunu vurgulamak isterim.
Kutlu Doğum Haftamızın Peygamber Efendimizin mesajlarının doğru bir şekilde anlaşılıp kavranması, hemen her boyutuyla içselleştirilmesi konusunda bizlere yeni kapılar açmasını temenni ediyor, hepinizi muhabbetle selamlıyorum ve Allah’a emanet ediyorum.”
“GELİN BUGÜN YENİDEN KENETLENELİM”
Diyanet İşleri Başkanı Görmez ise, dinin, milletin en önemli ortak değeri olduğunu belirterek, "Bu millet İslam’ı kendine din olarak seçtikten sonra beşer olarak, kendine önder olarak Hz. Peygamberi kabul etmiştir. Çocuklara verilen isimlerde en çok onun ismi vardır. Bu vatanı savunan kahramanların adı onun ismiyle anılır. Peygamberimizin doğduğu gün milletimizin yeniden doğuşunu temsil eder" dedi.
Kutlu Doğum Haftası bütün yurtta kutlandığını anlatan Görmez, bu haftayı Hz. Peygamberi anlama, ahlakını öğrenme ve rehberliğini kavrama için bir vesile olarak gördüklerini ifade etti. Görmez, hayata egemen olan yapaylığın dine de ulaştığını ve dine dünyalıkların yamalandığını dile getirdi. İslam dünyasının zor bir süreçten geçtiğini anlatan Görmez, çatışmaların derinleştirilmek istendiği, birlik ve beraberlikten bahsedilmenin anlamını yitirdiği bir dönemde olunduğunu ifade etti. İslam dünyasında yaşananların çocuklara ve gelecek nesillere umut vaat etmediğini söyleyen Görmez, İslam’ın ritüellerinin hayatın bütün veçhelerine anlam veren ritüeller olduğunu ve ahlaktan bağımsız ele alınamayacağını belirtti. Görmez, "Gelin bugün yeniden kenetlenip ensar ve muhacir kardeşliği ve dostluğunu yaşatalım. Bizi bölecek her türlü duygudan yüz çevirerek kendimize secdemize, evimize ve kardeşliğimize dönelim. Dağılmış olan gönül dünyamızı onun birleştirici yoluna çevirmeyi kendimize şiar edinelim" diye konuştu.
Görmez, tören sonrası etkinliğe katılan isimlere gül takdim etti.