Volkan KARABAĞ
Kars’ta, “İstiklal Marşı’nın Kabulünün 102. yıldönümü ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü” dolayısıyla program düzenlendi. Selahaddin Eyyubi Anadolu İmam Hatip Lisesi Edebiyat Öğretmeni Ayşe Balkaya Mehmet Akif Ersoy’un edebi yönünü anlatarak, “Akif’in şiirlerini 1915 öncesi ve sonrası olarak iki dönemde incelemek gerekir.” dedi.
Balkaya konuşmasını şöyle sürdürdü: "İstiklal Marşımızı yazarak aziz milletimizin değerler manzumesinde önemli bir yer edinmiş olan Mehmet Akif Ersoy’u anmak, II. Meşrutiyetten sonraki devrede Hasta Adam konumuna düşürülmüş Osmanlı’nın küllerinden Türkiye Cumhuriyetini kuracak olan bir nesli de anmakla eşdeğerdir. Mehmet Akif, bu nesil adına konuşan, konuştuğu gibi yaşayan, yaşadığı gibi yazan, bu aziz topraklarda ebediyen varoluşumuzu dava edinmiş bir şairdir.
1873 yılında İstanbul’da doğan Mehmet Akif, bütün öğrenimini İstanbul’da tamamladı. İslamcılık düşüncesinin edebiyatımızdaki en önemli temsilcisi olan sanatçı, aynı zamanda İstiklal Marşı’nı yazdığı için “Milli Şair” ve “İstiklal Şairi” olarak da anılmaktadır.
Hayatta olduğu 1873 ve 1936 yılları arasını siyasi ve tarihi olarak ele aldığımızda meşrutiyet, milli mücadele ve cumhuriyet yıllarını yaşadığını ve toplumuna karşı duyarlı bir şair olarak bu dönemlerin milleti üzerindeki etkilerini manzumelerinde dönem dönem görebiliyoruz.
Akif’in şiirlerini 1915 öncesi ve sonrası olarak iki dönemde incelemek gerekir. 1915’ten önce yazmış olduğu şiirlerinde Akif’i büyük bir karamsarlık ve kızgınlık içinde görürüz. Şahıs olarak kendisi asla karamsar değildir, ancak halkın, ordunun, sivil bürokrasinin ve Bab-ı Fetva dediği din kurumlarının bozulmuşluğu onu gelecek açısından karamsarlığa ittiği gibi geriliğin de amansız düşmanı yapar. Gericiliği ve cahilliği onun kadar şiddetle eleştiren bir başka şairimiz yok gibidir.
“Çünkü biz bilmiyoruz dini, evet bilseydik
Çare yok gösteremezdik bu kadar sersemlik,
Ya açar nazm-ı Celil’in bakarız yaprağına,
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.” der.
Fakat bu karamsarlık milli mücadele ile birlilte yerini umuda, azme bırakır.
Mehmet Akif’in Çanakkale’de direnişi gerçekleştiren askerlerin dilinden “Değil mi sinede birdir vuran yürek... Yılmaz! / Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz!” dizeleri Doğu Cephesi komutanı Kazım Karabekir Paşanın kaleminde şöyle şekillenir.
“Çelik gibi kollum,
Tunçtan ayaklım,
Türk hiç yılar mı
Türk yılmaz
Cihan yıkılsa Türk yıkılmaz.”
Batı’nın geldiği medeniyet seviyesine ulaşmak ve İslam birliğini sağlamak onun en önemli amacıdır.
Mehmet Akif’e göre medeniyetin gerçek kaynağı Müslüman Doğu’dur. Ona üstünlüğünü kaybettiren ise asırlardır süren “cehalet, yozlaşma, sabırsızlık, tembellik ve kendine güvensizliktir.”
Akif, her ne kadar siyasi bakımdan İslamcı olsa da duyguları bakımından “halkçı ve milliyetçi”dir. Sanatını sosyal hizmetin emrine verip “sosyal hizmet yanlısı” bir şair olarak karşımıza çıkar. Bu durumun en önemli sebebi onun edebiyat anlayışıdır. İslam toplumlarının geri kalmasını da İslam ülkelerindeki edebiyatların halka değil, aydınlara seslenmesine bağlar.
Sanatçının en önemli amacı, halk için halkın hayatını veren bir edebiyat yaratmaktır. Bu durumun sonucu olarak içinde yaşadığı halkın bütün özelliklerini şiirlerinde aksettirmiştir. Bunu yaparken güçlü bir gözleme başvuran sanatçı ilhama değil şiirin çaba işi olduğuna inanır. Bu yönüyle Türk şiirine gerçek realizm onun tarafından getirilmiştir, denilebilir. Mehmed Âkif’in manzumelerinde de gerçeği anlatmaya gösterdiği özeni dile getirdiğini görebiliriz.
Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim,
İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.
İstiklalimizin kurucusu Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını minnet ve şükranla anarken, birlik ruhumuzun manevi cephesini İstiklal Marşı ile taçlandıran Mehmet Akif Ersoy’u da rahmetle anıyorum. Ruhları şad olsun!.."