Başbakan Davutoğlu, Doğu ve Güneydoğu illerinden gelen sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle Çankaya Köşkü'nde kahvaltıda buluştu. Kahvaltıda konuşan Davutoğlu, 12 Eylül döneminde Marksist, Leninist ve Stalinist mantıkla ortaya çıkan tektipçi anlayışla PKK anlayışının aynı mantığı temsil ettiğini belirtti.
Ortak aklın tanımını yapan Davutoğlu, "Herkesin farklı aklı olur ama bir araya gelinir, tartışılır, konuşulur ve ortak bir yol bulunur. Ama bakınız, nasıl 12 Eylül rejimi dindarına, solcusuna, sağcısına, ateistine... Hangisine bakarsanız bakın 'Şöyle olacaksınız' diye bir dörtgen içine insanların aklını hapsetmişse bugün Doğu'da, Güneydoğu'da PKK'nın ortaya çıkarmaya çalıştığı, bölücü terör örgütünün gerçekleştirmeye çalıştığı, 'Siyasi ortam da bizim dışımızda hiçbir siyasi partinin burada hayat hakkı yoktur, bizim dışımızda hiçbir sivil toplum kuruluşunun hayat hakkı yoktur, neyin doğru olduğuna biz karar veririz.' Hatta 'biz' derken seçilmiş HDP'den belediye başkanları dahil değil. Onlar dahi ortak akıl üretemezler, oraya görevlendirdikleri paralel belediye başkanı ya da Kandil bilir neyin doğru olduğunu" ifadelerini kullandı.
"12 EYLÜL REJİMİ İLE KANDİL ZİHNİYETİNİN HİÇBİR FARKI YOK"
Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın yaptığı her açıklamanın yukarıdan bir yerlerden tekzip edildi, şu denilmeye çalışıldı, 'Sen siyaset oyunu oynayabilirsin ama aklı ben üretirim, senin söz söyleme hakkın yok.' Her açıklama ertesi gün Kandil'den tekzip edildi. Şimdi akıllarına, vicdanlarına saygı duyan HDP'lilerin buna isyan etmesi lazım. Ha 12 Eylül rejimi partilere dönüp 'hizaya girin' demiş, ha Kandil'den birileri HDP'ye dönüp 'hizaya girin' demiş. Aynı mantık aynı zihniyettir, hiçbir farkı yok. Neden AK Parti binalarına saldırıldı, neden farklı düşünen bütün sivil toplum kuruluşları baskı altına alındı? Hani çok efsaneleştirilmesi anlamında söylüyorum, Suriye'de Rojava veya Kobani, Haseke bölgelerinde PKK'nın olduğu yerde herhangi başka Kürt hareketinin olmasına dahi izin vermediler. Türkiye'ye Kobani, Haseke'den gelen ilk mülteciler DEAŞ'tan kaçarak gelmedi, oradaki baskılardan kaçarak geldi. Bunu da Irak Kürt Bölgesi'nin yöneticilerine gidiniz, bir sorunuz. Mesele Kürt meselesi değil 'Kürtler için ne doğruysa sadece ben bilirim' diyen ve aynen 12 Eylül'de 'Türkler için ne doğruysa sadece ben bilirim' diyen zihniyet paralelliğidir."
"BEN DEMİRTAŞ İLE KONUŞURKEN KCK TALİMAT VERDİ"
"Biz burada demokrasi içinde yaşıyoruz, farklı akıllar olacak. Hep beraber konuşacağız" diyen Davutoğlu, "Peki demokrasilerde farklı akılların konuşulacağı yer neresidir? TBMM'dir. TBMM'ne büyük zafer psikolojisi içinde 80 milletvekili gönderdikten sonra bu 80 milletvekilinin dönüp Kandil'e doğru artık ortak aklın üretileceği yerdeyiz, silahları indirin, tehditlerinize son verin' deme kararlılığını gösterebildiler mi? Şimdi bizi çatışmasızlığı sona erdirmekle suçluyorlar" dedi.
7 Haziran Milletvekili Genel Seçimi'nden bugüne gelen süreçte yaşanan olayları sıralayan Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Sıralamayı veriyorum, 7 Haziran seçimlerinden 3 veya 4 gün sonra açıklama yapıldı, 'Çatışmasızlık konusunda sadece biz karar veririz, kimse de karar veremez silahların bırakılması konusunda.' 9 Temmuz Sayın Cumhurbaşkanımız bana hükümeti kurma görevi verdi, 11 Temmuz'da KCK açıklama yaptı, 'ateşkes dönemi bitmiştir' diye. Daha ortada Suruç yok, herhangi bir operasyon beklentisi ya da bunu gerektirecek şartlar yok. 15 Temmuz, ben Demirtaş ile görüşürken aynı saatlerde dikkat çekici, KCK 'sözde halk savaşını başlatma talimatı' verdi. 19 Temmuz'da, Suruç'tan bir gün önce KCK Cemil Bayık açıklama yaptı, 'Silahlanın ve halk savaşına hazır olun' diye. Kime karşı, kiminle savaşıyorsunuz? Kim adına, hangi savaşı başlatıyorsunuz? Size kim talimat verdi? Türkiye'yi Suriye ya da Irak'a benzetme yönünde nereden talimat aldınız?"
Başbakan Davutoğlu, Doğu ve Güneydoğu illerinden gelen sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle Çankaya Köşkü'nde kahvaltıda buluştu. Kahvaltıda konuşan Davutoğlu, bugüne kadar geçen sürede farklı kesimleri bir araya getirerek ortak bir ruh hali oluşturduklarını belirtti. Davutoğlu, "Ramazan'ın hemen akabinde daha bayramın sevincini üzerimizden atmamışken 20 Temmuz'da Suruç'ta yaşanan katliamla, alçakça yapılan bir terör saldırısında hepimizin yüreğine bir ateş düştü. O günden bu yana Türkiye'de şiddet sarmalını derinleştirmek isteyenlerle bu şiddet sarmalına karşı insan hak ve özgürlüklerini, kamu düzenini savunanlar arasında çok ciddi bir mücadele seyrediyor" dedi.
Yaşananların ardından sivil toplum kuruluşlarıyla bir araya gelerek bir muhasebe yapma gereği hissettiklerini vurgulayan Davutoğlu, "7 Haziran'dan bu yana yaşanan süreçte hükümet olarak, AK Parti Genel Başkanı olarak istişare zemininde yeni durumu anlamak için toplum kesimlerinin değişik kesimleriyle bir araya gelmeye özen gösterdim" diye konuştu.
"Biz farklı olmakla birlikte ortak kültürel mayanın eserleriyiz" diyen Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Modern dönemde kadim ortak kültürel maya konusunda iki farklı yaklaşım çıktı: Bir, tektipleştirenler ve 'Herkes bizim gibi olacak, bizim tasnif ettiğimiz kimliklere sahip olacaklar.' Bunun en son ve çarpıcı örneği 12 Eylül rejiminin getirdiği tektipleştirmeydi. Öncesi de vardı sonrası da oldu 28 Şubat'ta. Ama bugünkü meselelerin çıkışında bu tektipleştirmenin yoğun psikolojik travmasını Türkler, Kürtler, Sünniler, Aleviler hep beraber yaşadık. Hep beraber o dönemde genç üniversiteliler olarak bu yaklaşıma karşı farklı ideolojilerle ayakta durduk. Bu tektipleştirenler karşısında bu kez ayrıştıranlar çıktı. 'Madem biz Mezopotamya çocuklarıyız, diğer çocuklardan ayrılmalıyız' diyenler çıktı, 'madem biz Anadolu çocuklarıyız, diğerleri ya sevsinler ya terk etsinler' çıktı. Biz son 13 yıl içinde bu tektipleştirme ve ayrıştırma çabalarına karşı hep birleştirmeyi farklılara saygı duyarak o farklılıklar üzerinden çatışma çıkarmadan gönülleri birleştirmeyi hedefledik. Çözüm sürecinin esas itibarıyla özünde de bu vardı, 'Milli Birlik Kardeşlik Projesi' ve demokratikleşmenin özünde bu vardı. Yasaklar vardı. Ben dahi kendi çocuğuma ismini koyarken Meymune isminin Türkçe olmaması sebebiyle nüfus müdürünün 1988 yılında nasıl gözümün içine bakıp 'Bunu değiştirmeniz gerekir' dediğini halen hatırlıyorum. Herhalde olaya bir adalet perspektifinden bakanlar görürler ki son 13 yıl içinde biz bütün farklılaştırma, çatışma ve tektipleştirme çabalarına karşı çok büyük mesafeler kat ettik. Bugün kimse konuştuğu dil, ait olduğu coğrafya, benimsediği kültür, okuduğu şiir, terennüm ettiği türkü ya da şarkı dolayısıyla herhangi bir muaheze altında tutulmuyor. Ahmet Kaya'nın şarkılarının yasaklandığını, Türkiye'de her güzel şarkının, Tuna kenarında söylenen Rumeli havasıyla Fırat-Dicle kenarında söylenen Mezopotamya havasının rahatlıkla birlikte aynı ahenk içinde dile getirildiğini hep beraber görüyoruz. Bunun aksine bir uygulama varsa karşısında bizi bulur."
"KRİTİK DÖNEMLERDE VİCDANLARIN PARÇALANDIĞINA ŞAHİT OLUYORUZ"
Başbakan Davutoğlu, kritik dönemlerde vicdanların parçalandığına şahit olunduğunu belirterek, "Her şey parçalanabilir ama bir insanın vicdanı, yüreği parçalanamaz. Bir insan her şeye farklı bakabilir ama masum iki çocuğun birinin Türk, birinin Kürt, birinin Kafkas, birinin Mezopotamya çocuğu olduğuna bakmaz. Çocuk çocuktur, insan insandır ve insanlık vicdanı parçalanamaz. Ama 13 yıl içinde neler gördük. Cumartesi Annelerini dinleyip Diyarbakır annelerini unutanları gördük. Suruç'taki katliamları lanetleyip Ceylanpınar'da gece yarısı uykusunda şehit edilen polisleri gözardı edenleri gördük, Suriye'den gelenler Türkmense onlara sahip çıkıp Kürtleri unutanları gördüğümüz gibi Suriye'den gelenler Arap ve Türkmense onlara bakmayıp Kobani'den gelenlere ağıt yakanları gördük. Allah aşkına herkes elini vicdanına koysun" ifadelerini kullandı.
Davutoğlu, şunları kaydetti:
"Bizim hükümetlerimiz döneminde acıların ayrıştırıldığı, şu acının diğerine göre daha fazla saygı gördüğü, şu veya bu katilin diğerine göre daha az lanetlendiğini gören varsa işte meydan burası. Biz Suruç'ta katliam yapan DEAŞ'a karşı da en sert lanetlemeyi yaptığımız gibi orada belki siyasi görüş olarak bize karşı olmuş olsa bile 'Her vatandaşımızın gözünden dökülen yaş, vücudundan damlayan tek damla kan dahi bizim gözyaşımız, bizim kanımızdır' diyerek Suruç'taki bütün vatandaşlarımıza taziye diledik ve yaralıları hastanede ziyaret ederek acılarını paylaştık. 7 Haziran'da hükümetimize oy vermiş olsun ya da olmasın, sonrasında AK Parti'ye tavır almış olsun veya olmasın, buradan tekrar söylüyorum, ortak vicdanımızın gereği olarak bütün acılara aynı ölçüde yaklaştık. Herkes gördü ve şahit oldu; barıştan, demokrasiden, teröre karşı mücadeleden bahsedenler Ceylanpınar'da iki polisimiz ensesinden şehit edilmişken onu yapanlara dönüp herhangi bir kınamada dahi bulunamadılar. Ve o kadar acı ki yıllarca vicdanı temsil ettiğini söyleyen bazı aydınlar 'İki polis için böyle bir operasyona değer miydi?' diyerek iki polisin katlini küçük görmeye, iki polisin annesinin, bacısının, eşinin, çocuklarının acısına vicdanlarını kapatmaya çalıştılar. Mesele bizim için sadece bir olay meselesi değil ortak vicdanın katledilmesiydi. 78 milyona ifade etmek istiyorum, biz ortak vicdanı temsil etmeye devam etmek zorundayız. Hükümetler, sivil toplum kuruluşları, her bir fert olarak eğer ortak vicdanı savunmaktan imtina edersek Cumartesi Annelerinin yaşadığı kayıpları, kayıp vatandaşlara günlerce, yıllarca gözünü kapatanlar ne kadar suçluysa Ankara'ya gelip gözyaşlarıyla 'Oğlumu, kızımı kurtarın' diyen Diyarbakır Annelerinin acısına gözlerini kapatanlar da o derece suçludur. Ortak vicdanı temsil eden herkese sesleniyorum: Diyarbakır Annelerinin gözyaşlarına sebebiyet veren çocukların dağa kaldırılmasına -ki çözüm süreci içinde oldu- karşı seslerini yükseltebilecekler mi?"