İsrail’in Filistin’e düzenlediği saldırıyı kınayan Bilgen, “7 Ekim'de başlamış gibi gözüken ama aslında 75 yıllık bir arka plana sahip olan İsrail sorunu ve Filistin'de ve Gazze'de yaşananlarla ilgili birkaç noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bir kere artık siyasetin gündemi bu olmak zorunda. Biz kulaklarımızı tıkasak da biz gözlerimizi kapatsak da Gazze'de çocuklar ölürken insanlık ölürken, insani değerler uluslararası insani mekanizmalar yok sayılırken bizim siyaset yapmamız, günlük siyaset konuşmamız, siyasi polemik ortaya koymamız, siyasi ahlak açısından da kabul edilebilir değil, reel politik açısından da gerçekleştirilebilir değil. Dünya ekonomisini etkileyecek, dünyada temel siyaseti şekillendirecek özellikle savaşın bir bölge savaşına dönüşme ihtimalini yükseltecek gelişmeler yaşıyoruz. Biz bu bölgede yaşıyoruz. Bu coğrafyadayız ve bu coğrafyada yaşanan gelişmelere bigane kalmak, onları yok sayarak siyaset yapmak imkansızdır. dolayısıyla Türkiye'nin artık iç siyasi çekişmelerden, iç politik çekişmelerden çok aslında bölgesel gelişmeleri doğru okuyup, doğru bir tavır koymak ve Türkiye'nin çıkarlarını her türlü kişisel, parti çıkarının üzerinde görerek bir siyaset geliştirmek zorunluluğumuz var. Değerli arkadaşlar bugün itibariyle yani orada hayatını kaybeden insan sayısı neredeyse Ukrayna Savaşı'nda bir buçuk yılda hayatını kaybeden insan sayısının iki katına yaklaştı. Dolayısıyla da bu kadar büyük kayıplar yaşanırken elbette Avrupa sokaklarında yürüyüşler gerçekleştirilirken, İsrail'in içerisinde siyonist politikadan rahatsız bir vicdan patlamasıyla bir insani refleksle isyanlarını dile getirirken Türkiye siyasetinin sadece klasik, geleneksel parti polemikleri üzerinden seyretmesi Türkiye'nin geleceği açısından da son derece risklidir, son derece tehlikelidir. Bu savaşın kısa bir süre sonra bölge yayılması durumunda bundan Suriye'nin etkilenmesi, Suriye etkilendiği takdirde Türkiye iç siyasetinin etkilenmemesi mümkün değil. Bunun farkında olarak bunu idrak ederek bir tavır geliştirmek zorundayız. Ne yazık ki hala son haftalarda gayet tabii siyasi partiler kongre Yapacaklar. Gayet tabii iç siyaseti tümüyle gündem dışına itmek mümkün değil. Ama belli ki birileri insanlık vicdanının seyrettiği, insanlık vicdanının tezahür ettiği pozisyonun dışında kalmayı, uzağında kalmayı, kendi siyasi ikballerinin siyasi geleceklerinin bir referansı gibi görüyorlar.” dedi.
CHP’nin değişimini de eleştiren Bilgen, “Yani ben özellikle CHP'nin bir yenilenme, bir değişim tartışması yaparken bu değişimin, bu yenilenmenin neden Orta Doğu'ya dair bir söz söylenmeden tartışıldığını anlamakta zorlanıyorum. Bir siyasi Partide değişim demek yüzlerin değişimi demek değildir. Bir siyasi partide yenilenme demek; kişilerin, isimlerin yenilenmesi demek değildir. Siz temel politikayla ilgili bir eleştiri, bir itiraz yapıyor olmanız gerekir. Ne yazık ki üzülerek ifade ediyorum kongre dahil olmak üzere Filistin sorunuyla ilgili, Gazze'yle ilgili, Orta Doğu'yla ilgili hiçbir söz söylenmemiş olması çok üst düzey yöneticilerin daha bugüne kadar üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen Filistin'le ilgili bir Twitter mesajı lütfetmemiş olmaları Gazze'de ölen çocuklarla ilgili bir tek söz kurmamış olmaları siyasi ahlak açısından da Türkiye siyasetinin geleceği açısından da muhalefet açısından da endişe vericidir. Neden korkuyorsunuz? Neyin telaşı içerisindesiniz? Hangi endişe sizi bu konuda tek bir söz söyleme konusunda yani bir cesaretsizliğe mahkum ediyor? Dünyada artık Latin Amerika'dan tutun yani Mağrip’e kadar, Kuzey Afrika'ya kadar hemen hemen her yerde yani İsrail'i şımartan, İsrail'i açık çekle destekleyen rejimler hariç, yönetimler hariç herkes söz söylüyor. Herkes artık bunu sürdürülemez olduğunu, buna dur denmesi gerektiğini, hastane bombalamanın, kilise bombalamanın yani sivilleri, çocukları, okulları bombalamanın savaş hukuku açısından da kabul edilemez olduğunu beyan ederken Türkiye siyasetinde bununla ilgili muhalefetin özellikle çok net bir mesaj vermekten imtina etmesi hatta bazılarını Neredeyse Filistinlileri eleştiren, suçlayan sözler sarf etmesi anlaşılır bir durum değil. Biz iktidarın bu konuda yeterince etkin, yeterince sonuç alıcı tutum sergilemediği, eleştirisini yapmalıyız muhalefet olarak. Bir ülkede muhalefete düşen görev insani değerlerin iktidardan daha güçlü savunulmasını iddia etmektir, ifade etmektir. Kamuoyunu, toplumsal bilinci bu yönde şekillendirmektir. Ama bizde neredeyse hani muhalefet İsrail ne der? Dünyada İsrail lobileri bize karşı nasıl bir hareket eden tedirginliğiyle, çekingenliğiyle söz söylemekten imtina ediyorlar. Hatta aman hani iktidar da bu konuda tavır koymasın. Rengini belli etmesin. Bu bize zarar verir demeye getiriyorlar. Buradan çok net söylüyorum. Bu savaşı İsrail her halükarda kaybetmiştir. İnsanlık vicdanında kaybetmiştir insani değerler açısından psikolojik moral değerleri açısından her halükarda kaybetmiştir. Ama elbette ki biz istiyoruz ki İsrail'de de daha fazla sivil ölmeden Gazze'de de daha fazla çocuk ölmeden ateşkes sağlansın ve sürdürülebilir, kalıcı bir barışın önü açılsın. Çok somut olarak iddia ediyoruz ki bu savaş bitirilebilir. Bu savaş durdurulabilir. Ama bizim sadece tepki değil, sadece kınama değil, bunun ötesinde özellikle İsrail'in bu şımarık politikalarına devam etme cesaretini göstermesine sebep olan körfez ülkelerinin vurdumduymazlığı hatta zaman zaman neredeyse yani Filistin'e dirsek gösteren İsrail, Netanyahu rejiminin uygulamalarını destekleyen yaklaşımlarıdır. Sadece körfez ülkeleri bile ticari ilişkilerini, finansal tercihlerini değiştirseler, bu savaş biter. Bu savaş durur. Biz dolayısıyla dikkatleri sadece bir İsrail öfkesine değil, tam tersine İsrail'in bu politikalarda ısrar etmesinin, inat etmesinin sebebi olan, altyapısı olan cesaretlendirici uygulamalara yöneltmemiz gerekiyor. Eğer Türkiye kamuoyu da sadece İsrail'e kızarak değil ama aynı zamanda İsrail'in bu politikaları yürütmesine güç katan ülkelere, Orta Doğu rejimlerine de tepkisini koyarsa, koyabilirsek bir an önce barış mümkün olur. Türkiye bu barışı tesis etme konusunda elbette daha aktif tutum almalıdır ve hepimiz bilmeliyiz ki Orta Doğu'da barış olmadan Türkiye'de huzur olmaz, Türkiye'de güven olmaz. Dünyanın hiçbir yerinde hiç kimse rahat biçimde uyuyamaz. Bu bir süre sonra muhtemelen Avrupa'daki insanları da sadece vicdani olarak değil doğrudan tehdit edecek. Biz istiyoruz ki tabii dünyada barış olsun. Ortadoğu'da barış olsun. Filistin içinde artık bir kurtuluş vesilesi olsun.” ifadesini kullandı.
Yerel seçimlerde Kars’a vefa borcu olduğunu ve yeniden adaylık sürecini yürüttüğünü de kaydeden Bilgen sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz zaten Türkiye siyasetinin rutin, olağan, alışılmış, ezber yaklaşımlarıyla yüzleşmek için, bu ezberleri bozmak için siyaset yapıyoruz. Yani muhalefet için de, iktidar için de bu tavsiyeyi, bu telkini hep yaptık. Dünyada hepimiz biliyoruz ki yerel demokrasi ulusal siyasetten çok daha öndedir. Amerikan siyasetine damga vuranlar büyük kısmı yerel yönetimlerinden gelen insanlardır. Hayata değen toplumun ihtiyaçlarının çözümüne sorunların çözümüne katkı sunan asıl zemin yerel yönetimlerdir. Dolayısıyla biz belediye yönetimini, yereli daha özel olarak da Kars’ın sorunlarının çözümünü Türkiye'yle ilgili, dünyayla ilgili büyük siyasi sözler söylemekten daha değersiz, daha önemsiz, daha naif, hafif bir yere oturtmuyoruz. Tam tersine sorunlarımızı yerelden çözmeyi başarabilirsek toplamda da Türkiye'nin sorunlarını çözmek kolaylaşır. Büyük makro siyaseti yaparken de ayaklarımız yere basar. Dolayısıyla bizim açımızdan yani Kars'ın daha gelişmiş bir şehir olması, daha yaşanabilir, güzel bir şehir olması Kars'ta yaşayan insanların Hak ettiği, laik olduğu, yaşam standartlarına kavuşması konusunda yerel yönetim son derece önemlidir, belirleyicidir. Biz yarım kalmış işlerimiz olduğunu şehrin kangrenleşmiş temel sorunlarının çözümünde önemli bir mesafe aldığımızı ama bu projelerin devamının bu şehrin ayakta kalması, bu şehirde yeniden umudun, inancın uyanması, bu şehrin bırakın artık Erzurum'la kıyası, Iğdır'ın gerisinde kalmış olması, kendi eski ilçesi. Hatta Ardahan'ın artık yani Kars'la yarışıyor hale gelmiş olmasını Karslı her siyasetçi kendisine dert etmeli, buradan ders çıkartmalı ve Kars siyasetini önemsemeliyiz. Dolayısıyla da biz bu yarım kalmış işlerin yapılması konusunda burada hak ettiren yani büyük projelerin hayata geçirilmesi konusunda parti ya da kişisel çıkarlarla değil partiler üstü bir anlayışla hareket edilmesi gerektiğini savunuyoruz. Buradaki bir buçuk yıllık belediyeciliğimiz döneminde de yani bir parti siyasetinden çok şehrin ortak yararını düşündük. Şehrin çıkarları neyi gerektiriyorsa herkes, hepimiz bütün tepkilerimizi, bütün kaygılarımızı bir tarafa bırakıp, beklentilerimizi, hesaplarımızı bir tarafa bırakıp bizim parti ne der, bizim partiye faydası mı olur, zararı mı olur? Ya da kişisel olarak benim kariyer planlamam ne olur anlayışıyla değil, bu şehir ne olacak? Bu şehir nasıl hak ettiği, tarihte olduğu yere taşınacak düşüncesiyle hareket etmeliyiz. Biz de bu konuda üzerimize ne sorumluluk düşüyorsa yapacağız yani bu göreve talip olduğumuzu beyan ettik. Tabii bunun somut bir planlamaya dönüşmesi için henüz vaktimiz var. Yani başka adaylar var mı? Onu görmek istiyoruz. Biz şehre hizmeti önemsiyoruz. Yani çok nitelikli şehre bizden daha iyi hizmet edeceğini düşün gördüğümüz birileri çıkarsa onlara destek vermekten asla imtina etmeyiz. Siyasi görüşü, siyasi aidiyeti ne olursa olsun. Ama halkın talebi, halkın beklentisi bizim bu sorumluluğu üstlenmemiz yönünde olursa da bu konuda da bütün siyasi partilerin partizanca yaklaşmaması ve şehrin çıkarını öncelemesi konusunun özellikle altını çizmek istiyorum.
Yasal olarak bu tabii ki bu mümkün değil. Ama biz bunu parti kurullarımızla, arkadaşlarımızla konuştuk. Sonuçta bizim siyasi mücadelemiz kısa sürede bir çıkar mücadelesi değil. Yani bir seçimlik bir parti kurmadık biz. Türkiye siyasetinde anlayışı değiştirmek, yaklaşımı değiştirmek için bir siyasi yol açmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla elbette ki başka arkadaşlarımız da bu mücadeleyi yürütebilecektir, sürdürecektir. Bu bir bayrak yarışıdır. Biz zaten siyasetin değişiminden gençleşmesinden yanayız. Dolayısıyla da bu anlamda bir parti içinde tartışmamız, bir kaygımız yok. Başka şehirlerde de biz istiyoruz ki; yerel yönetimlerde gerçekten merkezi yönetimde de tecrübesi olan insanlar siyasete katkı yapsınlar. Yani Belediyeler burun kıvrılacak yerler değildir. Bugün Türkiye'nin birçok yerinde il belediye başkanları, eski bakanlardan oluşuyor. Bir bakan sonra gelip bir ilde belediye başkanı oluyorsa deneyimini, birikimini, o şehre katıyorsa bu güzel bir şey. Bunun kişisel kariyer ve gurur meselesi gibi ele alınması doğru değil, sağlıklı değil. Ben burada daha önce 2019’da belediye başkanı adayı olduğumda da burada bazı çevreler demişlerdi ki ya siz grup başkan vekilisiniz. Yani kırmızı plaka araca biniyorsunuz. Niye gelip Kars'ın sorunlarıyla, çöpüyle, yoluyla, bilmem nesiyle mi uğraşacaksınız? Hayır, ben şehrime hizmet borcum olduğunu düşünüyorum. Hepimizin sonuçta bu şehre bir şeyler katması gerekiyor. Bunu tamamen parti hesaplarının üzerinde tutmamız gerekiyor. Üç kez beni milletvekili seçen bu şehrin sorunlarının çözümü konusunda ben de sorumluluk istenmeliyim diye düşünüyorum.”