Aşka Pervane Ömürler

SARIKAMIŞLI YAZAR HÜLYA TÜRK, “AŞKA PERVANE ÖMÜRLER” ADLI ROMANINI OKUYUCULARI İÇİN İMZALADI

 

“Aşka Pervane Ömürler” Romanıyla edebiyat dünyasına güçlü bir giriş yapan Sarıkamışlı Yazar Hülya Türk, 01-07 Haziran tarihlerinde Bodrum Belediye Meydanı’nda gerçekleştirilen, 1. Bodrum Uluslararası Kültür Sanat ve Kitap Festivali’nde okuyucuları için “Aşka Pervane Ömürler” Romanını imzaladı.
 
Okuyucuları ile tek tek ilgilenen Türk’e kitap imzalatmak isteyen okurları uzun kuyruklar oluşturdu. Aşka Pervane Ömürler Romanı hakkında görüşlerini aldığımız okurlar, “Hülya Türk, edebiyat dünyamıza sessiz sedasız ve olağanüstü alçak gönüllülükle girmiş bir yazar. Elinizdeki kitap, yazarın ilk romanı olmakla birlikte son romanı olmayacağa benziyor. Romanı okurken, kendinizi yaşanmışlıklar kervanının bir yerinde buluyor ve kervanın tüm yüklerinin varacağı noktaya nasıl ve ne şekilde ulaşacağının merakı içinde kalıyorsunuz. Yazar, okura hiçbir şey dayatmadan sadece yaşananları kaleme alarak, doğal ve saf olanı, kirlenmemiş ve yozlaşmamış olanı bizlere sunuyor; belki de günümüzde en çok ihtiyaç duyulanların altını çiziyor. Aşka Pervane Ömürler, uzakta olsa da, gözle görülmese de yüreklerle görülen ‘Karşı Kıyı’nın ışıklarını bizlere ulaştırıyor. Bu roman, yaşanmışlıkların anlamını, tüm ıstırap ve sıkıntılara rağmen insanların gönüllerine ve zihinlerine haykırmak isteyen sessiz bir çığlık…” diye konuştular.
 
Türkiye’nin ve Akdeniz ülkelerinin yazarlarını, kültür adamlarını, akademisyenlerini ve sivil toplum kuruluşlarını bir araya toplayarak, kültürler arası diyaloğun gelişmesine katkıda bulunacak 1. Bodrum Uluslararası Kültür Sanat ve Kitap Festivali’ne katılan Sarıkamışlı Yazar Hülya Türk, Kafkas Haber Ajansı (KHA) Sarıkamış Muhabiri ve aynı zamanda Sarıkamış Kardelen Haber Gazetesi Yazı İşleri Müdürü olan Sevgi Daşdelen’in sorularını yanıtladı.
 
YAZMA SERÜVENİNİZ NASIL BAŞLADI?
Sarıkamış Lisesinin muhteşem bir edebiyat öğretmeni vardı, Sayın Necati Demirci. Kendisini geçtiğimiz Aralık ayında kaybettik, Işıklar içinde uyusun hocam. Onun, öğrencilerine olan sevgi dolu yaklaşımı ve edebiyata olan düşkünlüğü benim liseye başladığım yıllarda edebiyat bölümünü seçmeme vesile olmuştu. Hayatımda verdiğim en isabetli karardı edebiyat bölümünü bitirmek. Okurken edebiyat hocamızın bize ödev olarak verdiği “Okumak mı? Yazmak mı?” başlıklı kompozisyon ödeviyle başladı yazma serüvenim. O güne kadar yazmak için hiçbir girişimde bulunmamış olan ben, aklıma gelen ilgili ilgisiz cümlelerle doldurdum kâğıdı. Maksat ödevi yapmış olmaktı. Yazdıklarımın içinde anlaşılabilir ve konu ile ilgisi olan tek cümle; okumadan kimsenin bir şeyler yazamayacağına ilişkin cümleydi. Ertesi gün edebiyat dersimizde, arkadaşlarım yazdıklarını okudukça, ben ne kadar kötü bir kompozisyon yazdığımı anlamış adeta ağlama noktasına gelmiştim. Kendime göre başarısız olmuştum. Yüzümdeki ifadeden moralimin bozulduğunu anlayan hocam, okuma sırası bana geldiğinde yanıma gelerek sıranın başında durdu. Ben çok heyecanlandım sesim titreyerek okumaya başladım yazdıklarımı. Ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Arada bir hocamın yüzüne bakıyor, ondan destek almaya çalışıyordum. Ben okudukça o mimikleriyle yazdıklarımın güzel olduğunu hissettiriyordu bana. Bir süre sonra hocamın desteği ile heyecanımı yenmiş olarak kompozisyonun son bir kaç hecesini okudum. “İçimizdekileri haykırmak, duyuramadıklarımızı duyurmak için yazmak gerek. Eğer okuduklarımızdan elde ettiklerimizi yazmazsak, okumanın önüne güneş geçirmeyen bir perde çekilmiş demektir. Okumak ve yazmak yapışık ikizler gibidirler ayrılamazlar.” Cümlemi bitirdim ve döndüm hocamın yüzüne baktım, gülümsemesi sıcak, bakışları içtendi. Başımı okşadı, göz kırptı. O göz kırpışıyla istikbalime imza attı ve elinde tuttuğu kompozisyonda birinci olan yazıya vermesi gereken hediye kitabı bana verdi.
 
“Çok güzel olmuş, kimsenin eleştirilerini dinlemeden yazmaya devam et! sakın ha vazgeçme. Bir gün yazar olacaksın ve ben hayranlarının arasında olacağım. Senin yazdığın kitabı imzalatırken, seninle gurur duyup işte bu benim öğrencimdi diyeceğim” demişti bana. O günlerde hocam tarafından içimde yakılan o ateş hiç sönmedi tam otuz üç yıldır yazıyorum.
 
YAZAR OLMAYA NE ZAMAN KARAR VERDİNİZ?
2001 yılında profesyonel olarak yazar olmaya karar verdiğim yıldı. Bir hedef koymuştum kendime 2011 yılında ilk kitabımı çıkaracağım diye.
 
Önceleri kendi yaşadıklarımı, yaşayamadıklarımı, söylemek isteyip de söyleyemediklerimi yazdım. Yazdıklarımı ve içimdekileri daha çok saklamayı denedim bir de, gizli kalan anıları, hatıraları daha bir korumayı denedim yüreğimin derinliklerinde. Saklamak değil de yazmak iyi gelmişti bana.
 
Ben yıllardır yazıyordum ama yazdıklarımın bir düzeni yoktu bana göre. Sadece süslü cümleler kurarak teknikten yoksun bir kitap yazmanın mümkün olmadığını anladım. İçimdekilere ve yazılarımdaki karmaşaya bir düzen bulamıyordum. Yazarak kırklanıyordum ama yazdıklarım ne olacaktı? Nereye kadar yazacaktım? Bir adı olmalıydı. Hatta bir yerlerde toplanmalı ve herkes tarafından okunmalıydı. Ama bu şekilde de olmazdı ki. Benim okuduğum öykülerdeki akıcılık, romanlardaki baş döndürücülük yazdıklarımda yoktu. Paragraf geçişlerinde uyumsuzluklar ve kopukluklar vardı. En önemlisi başı, sonu belli değildi. Oysa öyküyü güzelleştirecek ne güzel cümleler kuruyordum, o cümleler satır aralığında kaybolup gidiyordu. Bir şeyler yapmalıydım. Her şeyden önce bu işin eğitimini almalıydım. Öykü, roman, deneme, makale ve buna benzer her ne tür yazarsanız yazın başlangıç, gelişme ve final bölümünü mantık hataları yapmadan ve okuru kitabın içinde bir şeylerin sürüklemesini sağlayarak onlara bir şeyler vermeniz gerekiyor. Edebiyat adına, doğru yerde doğru kazanımlar edinmek için burada eğitimin gerekliliği çıkıyor ortaya. Her ne kadar yazma kabiliyeti önemli ise de eğitimsiz bu da bir işe yaramıyor.     
 
Ciddi bir arayışa girdim. İnterneti taradım, çevreme sordum, üniversiteleri aradım, ancak arayış içinde olduğum günlerde yaz dönemine girildiği için yazarlık kursu açılmayacağını, belki ilerideki günlerde olabileceğini söylediler. Dönemi kaçırdığım için bu işten şimdilik vazgeçme aşamasına gelmiştim, hatta umutsuzluğa kapılmıştım. Ancak direnmeye de devam ediyordum. Çeşitli yazarların öykü ve roman yazma konusunda yayınlanan kitaplarını okudum, öğrendiklerimi kendi yazdığım öykülerde uygulamaya çalıştım. Bir süre sonra bunun da yetmediğini gördüm. Çalışma hayatının içinde olma zorunluluğum yazarlık için üniversite eğitimi almama engeldi. Ancak, bu işin üstatları olan hocalardan özel ders alabilir ya da kurslara katılabilirdim. Bunun bekleyişine girdim.
 
Baharın en güzel günlerinden birinde kendimi sokağa attım. Gözlerimin iz sürüşüyle, Atatürk Kültür Merkezi’nin kapısında asılı durup öylece bana bakan ve gülümseyen bir ilan gördüm. Önce ismi ilgimi çekti. “Mavi Sanat.” Ne güzel bir isimdi. Benim de lakabım maviydi. Maviyi çok sevdiğim ve özgürlüğüme olan düşkünlüğümden olsa gerek, arkadaşlarım bana bu isimle seslenirlerdi. Oysa Mavi rengin bir başka anlamı daha vardı benim için. O renk bana gizem ve sevgi yüklüyordu. Yeteneklerimi ortaya çıkarıyordu. Mavi Sanatta bunu yapar mıydı?
 
Umudumun kapısı aralandı birden. Dramatik Yazarlık için kursların başlayacağını yazan ilanı daha bir dikkatle inceledim. Heyecanla telefon numarasını çevirdim. O sıcak konuşmanın ardından kendimi kursta, ders dinlerken buldum. İki dönem devam ettim Mavi Sanatın yazarlık eğitimine. Yazılarımdaki düzeni nasıl kuracağımı, kurguyu nasıl yapmam gerektiğini öğrendim. Ardından eski yazdıklarımın üzerinde birkaç kez düzeltme yaptım. Yazılarımı olgunlaştırıp, demlenmeye bıraktım. Mavi Sanatta aldığım eğitimle yazdığım elli adet öykülerimden oluşan 2011 yılında Aymar Yayınlarından çıkardığım “Yürek Yangınları” adında bir öykü kitabım oldu. Hedefimi tutturmuştum.
 
Mavi renk sürekli bir arayış içindedir ya, ben de bu rengin yüzünü kara çıkarmayayım diye aklımdan geçirdiğim, ancak hayata geçiremediğim roman yazma fikrinin araştırması içindeyim. Kendimce gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayali zorluyorum. Zamansızlıktan, hocama bahsedemediğim bu fikrin fitilini Alper Akdeniz Hoca’nın bir akşam dudaklarından dökülen cümleler ateşledi. “Yakın bir zamanda Gündüz Öğüt Hoca ile bir roman atölyesi kuruyoruz. İsteyen başvurabilir.”
 
Böylece 3. Dönemde Mavi Sanatın Roman Atölyesi kursuna devam ettim. Öğrendiklerimi pekiştirdim, uzun soluklu ve sürükleyici bir roman nasıl yazılır? Tüm inceliklerini bıkmadan usanmadan defalarca anlattı hocalarım. Yazdıklarımı inceleyip hangi sözcüklere tutunup, yola nasıl devam edeceğimi gösterdiler. Romanımın taslağını beğenerek bana onur ve gurur yüklediler. Şimdi yakın bir zamanda Meşe Yayınlarından çıkan “Aşka Pervane Ömürler” adlı romanımın beğenilmesinin ve üstatlarımdan, okurlarımdan gelen olumlu eleştirilerin heyecanı içindeyim. Başarmıştım. Otuz üç yıl önce içimdeki yazma fitilini ateşleyen hocam romanımın çıkışını göremedi ama öykü kitabımın heyecanını paylaştı benimle.
 
Sevgili hocalarım Sayın Gündüz Öğüt ve Sayın Alper Akdeniz öğrettikleri ile düzensizliğime düzen oldular. Kafamda dans eden ancak birbirlerine dokunmayan binlerce cümlenin nerede ve nasıl kullanılacağına öncülük ettiler. Sevecen yaklaşımları, yerinde ve doğru tespitleri ile ne durumda olduğuma ayna tuttular. Hani, bazı insanlar vardır, büyü gibidirler, değdikleri hayatı gelişleriyle cennete çevirirler ve bu insanlar, en çok ihtiyaç duyduğunuz anda ortaya çıkarlar, minicik bir hamleyle sizi, yaşadıklarınızı ve hayatı, kısaca her şeyi yoluna koyarlar… İşte Gündüz Hoca ve Alper Hoca böyle girdiler yazın hayatıma.     Gördüğüm en güzel rüya, kurduğum en güzel hayalim gerçek olmuştu. Bu açıdan Mavi Sanat Yöneticilerine ve bizlere emek veren saygıdeğer hocalarıma minnet ve şükranlarımı sunuyorum.
 
HEM ÖZEL BİR SEKTÖRDE YÖNETİCİ OLARAK ÇALIŞIP, HEM DE YAZMAYA NASIL VAKİT AYIRABİLİYORSUNUZ?
İzmir’de altmış dokuz yıldan bu yana gömlek üzerine üretim yapan özel bir şirketin muhasebe müdürlüğünü yapıyorum. Yoğun çalışıyoruz. Ancak bu yoğunluk dahi beni yazmadan alıkoyamıyor. Yazma konusunda son derece disiplinliyim. Her gün işten eve döndüğümde bir saatlik sporun ardından mutlaka her akşam iki saatimi yazmaya ayırıyorum. Tabi ben iki saat diyorum ama bazı günler sabah ezanına kadar yazdığım oluyor. Bir cümleye takılıp saatlerce yazabiliyorum. Yazmak yormuyor beni, aksine ilaç gibi, mucize gibi bir şey. Fotoğraf sanatı ile de ilgileniyorum. Eğer özel bir programım yoksa Pazar günlerimi genellikle fotoğraf çekimlerine ayırıyorum.
 
BİRAZDA “AŞKA PERVANE ÖMÜRLER” ADLI ROMANINIZDAN BAHSEDELİM. NASIL KARAR VERDİNİZ BU ROMANI YAZMAYA, SİZİ BU KONUYU SEÇMEYE İTEN ŞEY NEYDİ?
Romanı yazmaya başlamadan önce yıllar ötesinden bir dostumun bana anlattığı yaşanmış bir hikâyenin etkisini üzerimden atamamıştım. Zaman zaman bu hikâyeyi hatırlayıp kimsenin yüzüne bakıp da içindeki fırtınayı tahmin etmenin mümkün olamayacağını ve İnsanların kalplerine çöreklenen acının sonradan mutluluğa dönüşebileceğinin yine kendi elleriyle mümkün olabileceğini anlamıştım. Bir sabah erkenden kalkıp aklıma gelen bir cümleyi not defterime karalarken Leyla Hanım’ın yaşadığı dramı yazmaya karar verdim. Çeşme’ye gidip ailesi ile görüştüm. Hikâyeyi yeni baştan dinledim, yazmak için izin istedim. Romanımı yaşanmış bir olaydan yola çıkarak yazdım. Romanın içinde üç güzel aşk var. En büyük aşk Leyla Hanım’ın aşkı tabi.
 
Yaşadığı güzel aşkın ardından aşksız ve paramparça bir yaşam sürüyor Leyla Hanım. Kaybettiği kızını bulmanın umuduyla otuz beş yılını yalnız ve özlemler içinde geçiriyor. İnancını kaybetmeden yaşıyor. Ona bu acıyı yaşatan kocası Arsia’yı dahi sonunda affedebilmenin büyüklüğünü gösteriyor. Yağmalanan gençliğini, anneliğin yüceliği ile değiş tokuş ediyor. Beş yaşında bıraktığı kızı Süheyla’yı yıllar sonra kucakladığında Süheyla artık kırk yaşındadır. Yaşamın tekrarı yoktur diyen Leyla Hanım, herkesi affetmiş ve kendisine yapılan haksızlıklar ile yaşadığı acıları geride bırakıp kızı ve kocası ile yepyeni bir hayata başlamıştır.
 
ROMAN PİYASAYA ÇIKTIKTAN SONRA LEYLA HANIM’IN AİLESİNİN TEPKİSİ NE OLDU?
Roman piyasaya çıkmadan önce bir kopyasını romanda ismi geçenlere gönderdim, okumalarını sağladım. Romanın yayımlanmasında sakınca görmediklerini söyledikten sonra yayımlanmasına karar verdik. Roman piyasaya çıktıktan sonra romanımın diğer kahramanları Leyla Hanım’ın kızı Süheyla ve damadı Ali ile bir araya geldik. Süheyla gözyaşları içinde sarıldı bana. Romanı çok beğendiğini bana aktarmadıklarını dahi yaptığım kurguda doğru yerlere oturttuğumu söyledi. Annesinin yaşamı, kendisinin annesiz geçen yıllarını yeniden bir film gibi yaşadığını belirtti.
 
ROMANIN ADI NEDEN AŞKA PERVANE ÖMÜRLER?
Romanımın başkahramanı Leyla Hanım’ın yaz kış demeden her gün sahile inip karşı kıyıya bakarak kızını beklemesi sebebi ile adını “Karşı Kıyının Işıkları” olarak koymuştum. Ancak, Meşe Yayınlarından Ayça Duru Hanım’ın yaptığı araştırmada bu isimde bir roman olduğu ortaya çıktı. Bu kez Ayça Hanım romanın adını “Aşka Pervane Ömürler” koyalım dedi. Romanda anlatılan üç büyük aşk var. Bu sebeple isim hem konuya çok uyuyordu hem de bana çok sıcak geldi. Romanımın isim annesi Ayça Duru Hanımefendidir.
 
ETKİLENDİĞİNİZ BİR YAZAR VAR MIDIR?
Hani bazı yazarlar vardır, kendine ve yazdıklarına yakın hissedersin, adeta senin düşündüklerini hissettiklerini yazar ve sen satırları okudukça cümlelerin içinde kaybolursun. Okudukça her cümlenin altını çizmek istersin ve her cümle seni ayrı bir konunun derinliklerine götürür. Okuma üstadı çok kıymetli bir dostumun tavsiyesi ile başladım Stefan Zweıg’ı okumaya. Onun yazdıklarını okudukça sanki kitabı ben yazmışım gibi hissediyorum. Yazım dilini çok beğendiğim başka yazarlar da var tabii. Ancak Zweıg o listenin başında benim için.
 
YENİ BİR ROMAN YAZIYOR MUSUNUZ?
“Onlar Korkunun Çocuklarıydı” adında yeni bir romana başladım. Çingenelerin toplum dışına itilmiş olmalarının çingene çocuklarının üzerinde yarattığı travmayı anlatıyorum bu romanımda. Çingene bir arkadaşımın yaşadığı gerçeklerin yakın tanığı olarak bir iki olaydan etkilendim ve arkadaşımın Türkiye’ye kırgın olarak ayrılıp Hollanda’da yaşamayı seçmesine üzüldüm. Sürekli kimliğini saklamak zorundaydı. Yaşanmış olaylar üzerine kurguladığım bir roman olacak ve 2013 yılı ocak ya da şubat aylarında çıkarmayı planlıyorum yeni romanımı.
 
“AŞKA PERVANE ÖMÜRLER” ROMANINIZI OKURLARINIZ NEREDEN TEMİN EDEBİLİRLER?
İzmir’de Yakın, Kitabevi, Pan Kitabevinde bulunabileceği gibi, İstanbul Kadıköy’de İmge Kitabevi, Penguen Kitabevi, Beyoğlu’nda Pandora, Beşiktaş’ta Kabalcı Kitabevlerinde bulabilirler. Ayrıca internetten İdefix, kitap yurdu gibi kitap satılan tüm internet sitelerinden satın alabilirler.
 
HAYATINIZDA KEŞKE ŞUNU YAPABİLSEYDİM DEDİĞİNİZ KEŞKELERİNİZ VAR MI?
“Keşke” cümlesini hiç kurmak istemem ve sevmediğim bir sözcüktür ama yine de bu cümleyi kurmadan edemeyeceğim. Evet, çocukluğuma dair keşkeler var suskun gözlerimde. Yeniden yaşanması imkânsız keşkeler; çocukluğum bir düş oldu, karanlıklarda ışıldayan, gün doğumlarında kaybolan.
 
Şimdi hayalini gerçekleştirmiş biri olarak güzele, ışık olana doğru ilerliyorum, henüz yazmayı bitirmediğim kitabımın satır aralarına sıkıştırdığım ışığa doğru. Kapısını sıkı sıkıya kapattığım çocukluğumun kapısını aralıyorum çingene çocuklarla birlikte. Koyu renklerin içinden sızan ışık gözlerimi kamaştırıyor. İçeride saklanmış, toplum dışına itilmiş dizlerini karnına çekip nefesini tutmuş bir çocuğu çıkarıyorum ışığa. Gözlerindeki yaşları siliyorum. Lunaparkta eğlenirken gözlerimiz değiyor birbirine; ikimizin dudaklarından aynı cümleler dökülüyor. “İstedik ve aldık. İmkânsız diye bir şey yok.”
 
Şimdi ellerimdeki kadınlığıma miras kalan çocukluğumun ışığına dokunuyorum yazarak…

kha

Sarıkamış Haber Haberleri