Ahmet Davutoğlu: 'Hiçbir siyasi boyutu yoktur'
Başbakan Ahmet Davutoğlu, BDDK’nın Bank Asya kararıyla ilgili, 'Bu tamamen hukuki bir karardır, hiçbir siyasi boyutu yoktur. Talimatla veya herhangi bir yönlendirmeyle alınmış bir karar değildir' dedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Kanal 7 ve Ülke TV’nin ortaklaşa yayınladığı ‘İskele Sancak’ programında, gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu. BDDK’nın Bank Asya ile ilgili aldığı karara dair, “Toplumsal hayatta şeffaflık çok önemli. Ama belki de şeffaflığın en fazla önem taşıdığı hususlardan birisi sistem olarak finansal sistemle ilgilidir” diyen Davutoğlu, “Burada katılım bankacılığı söz konusu. Burada şeffaf olmayan hususlar varsa; çok ciddi hak ihlalleri ve o finansal sistemin istikrarı konusunda çok ciddi şüpheler uyanır. Yani bankacılık sisteminde şeffaflık istisnai bir durummuş gibi yansıtmak doğru değil. Bir kere bu tamamen hukuki bir karardır, hiçbir siyasi boyutu yoktur. Talimatla veya herhangi bir yönlendirmeyle alınmış bir karar değildir. Hukuki boyutu ise objektif kriterlerle test edilebilir. Bu gelişme olduktan sonra kamuoyumuzla da paylaşılan bilgilerden, çok açık hukuki kriterler ortaya konuluyor. Yani bu hukuki kriterler yerine getirilmişse ve el konulmuşsa; tartışma yapılabilir ama herkes için, bütün bankalar için geçerli olan bu hukuki kriterler yerine getirilmemiş de el konulmuşsa; kimsenin buna bir siyasi bir boyut katmaya hakkı yok. Nedir bu hukuki kriterler: BDDK, bankacılıkla ilgili bütün düzenlemeler çerçevesinde, Bank Asya’dan imtiyazlı ortaklık hisseleri, şeffaf bilgilerini istiyor; bunu herkesten istiyor. Yani ana kurucu ortak niteliğini taşıyan imtiyazlı ortakların bilgilerini istiyor. Süre veriyor ve o süre içerisinde sadece 185 imtiyazlı ortaktan, A grubu hisselerden 63’ünün ismi veriliyor. Onlar da tam verilmiyor, eksik veriliyor ama geri kalan verilmiyor. Yani karanlık, gölge altında bir grup hisse var. Bu 63 hisse dışında, 185’in geri kalanıyla ilgili bir bilgi yok. Onun üzerine bütün bu süre vermelere rağmen bu bilgiler verilemeyince, bu 63 hisse toplam yüzde 37’ye tekabül ettiği için, onlarla ilgili değil; yüzde 63 hissenin tasarruf yetkisinin TMSF tarafından kullanılması kararı alınıyor. Burada, 185 ortağın isimleri verildi de BDDK ve TMSF bu kararı aldıysa tartışılabilir. İsimler verilmemiş, şeffaflık ortaya konmamış, hem bir şeyler saklanıyor hem de o yolla orada mevduatı bulunan tasarruf sahiplerinin hakları ihlal ediliyor. Böyle bir durum varken, açık bir ihlal varken, BDDK’nın, TMSF’nin susup beklemesi mi söz konusu oluyor” ifadelerini kullandı.
“OLAYIN HİÇBİR SİYASİ BOYUTU YOK, HUKUKİ BOYUTU VAR”
Hukuk devletinin işlediği ülkelerde herkesin hesap verebilir durumda olduğunun kabul edilmesi gerektiğini söyleyen Davutoğlu, “Kimse baştan suçlu ilan edilemez, ama kimse de ‘ben şu veya bu gerekçelerle kamuoyunun gündemindeyim, dolayısıyla bana yapılana bir baskı görüntüsü verilirse ben bu zorunluluklardan azade olabilirim’ deme hakkına sahip değil. Bunu başka bir banka da yapmış olsa aynı işlem yapılırdı. Dolayısıyla olayın hiçbir siyasi boyutu yok, hukuki boyutu var, bu hukuki boyutuyla işleyen süreçle ilgili, başka türlü yorumlar, yani o çerçevede bunun neyi gösterdiğiyle ilgili, bütün bu olayın nasıl bir hastalığa tekabül ettiği ayrıca tartışılabilir” değerlendirmesinde bulundu.
“NİYE DİNİ BİR CEMAATİN, BANKASI, SAVCISI, MEDYASI OLSUN?”
Başbakan Davutoğlu, “Bank Asya, paralel yapının ekonomik bir ayağını mı oluşturuyordu” sorusuna, “Kimsenin, Türkiye’de hukukun işleyişiyle ilgili şüphe uyandırıcı cümleler kullanmaması lazım. Kullanıyorsa, kanıt getirecek. Yani, ‘Bu bankada 185 iştirakçinin bir kısmının da ismi bilinmesin’ diye söylüyorsa; hadi bunu tartışalım. Ama yok bir kuralsa; bu kurala herkes uyacak. Geri kalan 122 isim bilinmiyorsa; ortada şüpheli bir durum var demektir. Bir hukuk kuralı varsa, o hukuk kuralının gereği yapılır. Bu sürecin kendisinde, herhangi bir ayrımcı tutum, önyargılı tutum söz konusu değil, objektif kurallar işlemiştir, gereken yapılmıştır. Bunu dedikten sonra, tabii ki şu soruyu sormak hepimiz için geçerli bir husustur: ‘Niye, dini cemaat mahiyeti taşıyan bir grubun bankası olsun? Niye savcısı olsun, niye hukuk ayağı olsun, niye medya ayağı olsun?’ Herkes her faaliyeti yapabilir ama bütün bu faaliyetleri koordineli bir şekilde toplum hayatına bir kendi istediği düzeni, yaklaşımı dayatmak için yapıyorsa o zaman bunu sormak gerekir. Sivil toplum sivil toplumdur, banka bankacılık işlemi yapar, medya medya görevi yapar. Bunları doğasından çıkardığın zaman, banka bankacılık yapmamaya başlar” diye cevap verdi.
“TAŞLARI YERİNE KOYMANIN VAKTİ GELDİ”
Bankacılık sektöründe olanların, diğer sektörlerle ilişkisinin hep tartışıldığını belirten Davutoğlu, şöyle konuştu:
“90’lı yıllarda, bunu çok yaşadık; halktan mevduatı topluyor, kendi şirketlerine kredi olarak veriyor, sonra o krediler üzerinden bankanın içini boşaltıyor. Bankanın sorumluluğu devlet garantisi altında ama halktan mevduat topladıktan sonra kredi olarak kendi şirketlerine finanse ediyor. 90’lı yıllarda ekonomi bu yüzden çöktü. Bunun gibi bankacılık faaliyetlerinin dışına çıkan her türlü faaliyetin, finansal sektörü risk altına alması söz konusudur. Ama dün TMSF tarafından atılan adım, bütün bu boyutlarla da ilgisi olmayan, tamamıyla objektif, hukuki bir adımdır. Bunu da konuşmak hepimiz için bir zarurettir. Yani neden bir ihtiyaç hissediliyor, hangi motivasyonla? Bir ekonomik güç sahibi olunmak isteniyorsa, her bir şirket kendisi bir ekonomik güç sahibidir. Ayrıca ihtiyaç yok. Değişik şirketler bir araya gelirler, bir iş örgütü kurarlar ama bu ayağın, diğer tarafı finansal ayak, öbür tarafı bürokratik ayak, birçok ayaklar bir araya kurulup bir şeyler inşa edilecekse, işte o zaman paralel yapı denilen şey ortaya çıkıyor. Herkes işini yapmalı; sivil toplum kuruluşuysa sivil toplum kuruluşluğunu, parti ise partiliğini, bürokrasiyse bürokrasiliğini… Taşları yerine koymanın vakti geldi. Onun için ben olağanüstü kongremizde, özellikle yeni bir inşa ve toplumsal hayatı tanzim sorunuyla karşı karşıyayız derken; tam da bunu kast ediyordum. Bizim, sivil topluma ihtiyacımız var. Türkiye’de din özgürlüğü var. Herkes dini faaliyetini yapar, kimseye de bu konuda bir engel çıkmaz. Dini nitelikli olan bir faaliyeti, oradan çıkarıp, bürokratik, finansal bir faaliyete dönüştürüp, sonra da buradan devşirilen güçle belli bir siyasi gündemi ülkeye dayatmak isterseniz; işte o zaman demokrasinin ve hukuk çizgisinin dışına çıkmış olursunuz. Diğer vatandaşları, diğer dini toplulukları, diğer sivil toplulukları, farklı inanç ve düşünceye sahip grupları mağdur eden bir başka hegemonya da olmaya başlar ve bunu müsaade etmemiz, hukuk devletinde de demokrasi devletinde de mümkün değil.”