Yeniden Şekillenen Dünyada Türkiye ve Ortadoğu
Eğitim Bir-Sen Kars Şubesi'nin organizesiyle Gazeteci-Yazar Ahmet Taşgetiren, “Yeniden Şekillenen Dünyada Türkiye ve Ortadoğu” konulu konferans verdi.
Eğitim Bir-Sen Kars Şubesi Başkanı M. Kaan Ilgar ve çok sayıda davetlinin katıldığı İl Kültür Müdürlüğü Konferans salonunda gerçekleştirilen konferansta konuşan Gazeteci-Yazar Ahmet Taşgetiren, ilk olarak, “Beni Karslı dostlarla buluşturan Eğitim-Bir-Sen yöneticilerine teşekkür ediyorum.” diyerek, “Kars’a ilk gelişim. Bu da benim için ayrıca önemli.” diye konuştu.
“Yeni bir İslam dünyasına doğru” başlığı altında Türkiye ve Orta Doğu’da yaşanan gelişmeleri değerlendireceğini söyleyen Taşgetiren, “Bir İslam dünyası diyebileceğimiz coğrafyada önemli hareketlilikler vardır. Bu Mısır da devam etti. Ardından Libya geldi. Suriye halen sıcak gelişmeler içindedir. Bahreyn de bir şeyler oluyor. Yemen’de bir şeyler oluyor. Fiilen gerilimlerin yaşanmadığı gözlenen ülkelerde bile aslında derinden derine akan bir sancı bulunduğunu söylemek mümkündür.” dedi.
OLAYLARIN TÜRKİYE İLE İRTİBATI DA VARDIR
Olayların Türkiye ile irtibatı olduğunu da belirten Taşgetiren, şunları söyledi:
“Türkiye ile olan irtibatı hem olaylara müdahale olması itibarıyla vardır hem de Türkiye’nin kendisinin de sancıdan nasibi olan bir ülke itibarıyla vardır. Türkiye’de olan bitenleri de aslında büyük İslam coğrafyasında olan bitenle alakası vardır. Hepsine bir den bakmak ve hepsine nereye doğru gittiğimize, aktığımıza bakmak gerekiyor.
KENDİNİ ARAYAN BİR COĞRAFYA GÖRÜNTÜSÜ
Bu coğrafya şu an da yaşananların ortaya koyduğu şey kendini arayan bir coğrafya görüntüsüdür. Türkiye de bana göre kendini arıyor. Libya’da, Mısır’da, Suriye’de, Cezair’de diğer İslam ülkeleri ve bütün bir İslam coğrafyası kendisini arıyor. Demek ki kendi kendisi değil, yani kendinde değil. Kendisinden başka bir şeyi yaşıyor.
BİZ HAŞMETİN OLDUĞU BİR DÖNEM YAŞAMIŞIZ
Biz haşmetin olduğu bir dönem yaşamışız. Sarkozy Türkiye Cumhurbaşkanı Paris’e gittiğinde orada sakız çiğnerken görüntüleri yansıdı. Bu bir Cumhurbaşkanını ağırlama protokolünde asla olmamsı gereken bir şeydir. Bunu Sarkozy bilinçsizce yapmış olamaz. Böyle bir bilinçsizlik Cumhurbaşkanı seviyesindeki bir adama yakıştırılamaz. Bunun ardında istiskal vardır. Maalesef bu yapılmıştır. Böyle bir cüreti kendisinde görebilmiştir. Sarkozy Türkiye’ye geldiğinde Melih Gökçek arkasında sakız çiğneyerek rövanşını verdi.
DÜNYAYA İNSANLIK ÖĞRETMİŞİZ
Asıl hatırlatmak istediğim, vaktiyle Fransız kralı Almanya’ya esir düştüğünde annesi oğlunun kurtarılması için Kanuni’ye başvuruyor. Kanuni bir mektup yazıyor. Başbakan Türkiye’ye geldiğinde Sarkozy Kanuni’nin o mektubunu hediye olarak verdi. O mektup “Belki” diye başlıyor. Bu da bir anlamda bütün bağlantılarını ifade eder. O cümle de “Sultan Süleyman Han” diye bitiyor. Sonra da “Sen ki” diye başlıyor. Sen ki Fransa Vilayetinin Kralı Franceco” diyor. O zamanlardan gelmişiz. Yine, Mehmet Akif’e başvurursak. “Bir zamanlar bizde millet hem nasıl milletişiz. Gelmişiz dünyaya insanlık nedir öğretmişiz.” Böyle romanlardan gelmişiz. Ama 1. Dünya Savaşında yenilmişiz.yani müttefiklerimizle birlikte yenilmiş sayılmışız. Osmanlı yıkılmıştır. İslam dünyasının bu coğrafyanın büyük devleti yıkılmıştır. 1. Dünya Savaşının galipleri bütün bir coğrafyayı kendi çıkarlarına göre tanzim etmişler. Yüzyıldır 1. Dünya Savaşının tanzimi akıp geliyor. Bu süre içerisinde yer yer değişiklikler oldu. Ama hala o statünün korunduğu durular söz konusudur. 2. Dünya Savaşı sonrası bir ölçüde bu coğrafyayla ilgili değişiklikler devreye girmiştir. 1. Dünya Savaşı sonrası statüsünde İslam coğrafyasında 3 bağımsız ülke kalıyor. Birisi Türkiye, birisi İran, birisi Afganistan’dır onun dışındaki bütün İslam coğrafyası sömürge statüsü altına giriyor. Sömürge statüsü demek, sistemin sömürgeci tarafından belirlendiği, yönetim kadrolarının sömürgeci tarafından belirlendiği ülkenin yer üstü zenginliklerine sömürgecinin el koyduğu bir statü demektir. Bütün İslam coğrafyası 1960’lara kadar böyle bir statüyü yaşıyor. Türkiye gibi bağımsız ülkelerde ise bir sistem değişikliği yaşanıyor.
BİZ VARIZ VE BOYUN EĞMEYİZ
1. Dünya Savaşından sonra Anadolu işgal ediliyor. Ona karşı bir milli mücadele veriliyor. İşgalciler yurttan kovuluyor. Milli mücadelenin ruhunda ülkeyi savunmak, imanıyla, diniyle, namusuyla yani, “Biz varız ve boyun eğmeyiz” böyle bir işgale boyun eğmeyiz demektir. Oradaki ana ateşleyici unsur, toplumun yüreğindeki imandır. Bu her şekilde ortaya konabilir. Milli mücadelenin öncü kadroları da böyle büyük bir mücadeleye sevk edebilmek için İslam dünyasına bilginler yayınlanmıştır. Anadolu’daki hoca efendilerle birlikte hareket edilmiştir. İlk meclisler açılışı Buharay-i Şerifler okunarak, Kuran-ı Karimler okunarak, dualar edilerek yapılmıştır. Yani milli mücadelenin yurt dokusunun İslam olduğu, iman olduğu inkar edilemeyecek bir gerçektir. Sistem yapılanmasında ise bir problem ortaya konuyor. Toplumun milli mücadelenin ruh dokusu 2.3. plana geri plana atılmıştır. Milli mücadele den mücadele edilen, 1. Dünya Savaşında karşı karşıya gelinen dünyanın değer yargıları müteist sistem olarak ithal ediliyor. O dönem batı programları Türkiye’ye taşınıyor. Ana karakteri, sistem değişiklerinin ana karakteri İslam’ı artık toplum hayatı için, sistem için bir referans kaynağı müracaat kaynağı olmaması belirleyici nitelik taşımaması oluyor. Bunları ortaya çıkan sancılı durumu anlatabilmek için söylüyorum. Türkiye’de de bu ver bu sancı. Bu da kaynakta, yığınakta başlayan bir sancıdır. Bekleniyor ki İslam bu yeni düzenlemeyi kabul etsin. Toplum kendinse yönelik bu yeni insan tanımlamasına İslam-İnsan ilişkisini kabul etsin. Bu gerçekleşmiyor. Bu defa İslam ile sistem arasında problem başlıyor. Sistemle toplum arasında problem başlıyor. Bu problem bu dünyada da devam eden bir problemdir. Benzeri bir uygulamanın sömürge statüsüne sokulan ülkelerde sömürgeci güçler tarafından uygulandığını gözlemliyoruz.
CEZAYİR’Lİ KADIN DİRENİYOR
Bağımsız bir ülkede yaşanan statüyle sömürgeleşmiş bir İslam ülkesinde yaşanan statünün birbirine böylesine benzemiş olması garip bir durumdur. Beni etkileyen sembolik bir hadise vardır. Cezayir Fransa’nın işgali altına giriyor. Sömürgeci güçler İslam ülkelerinin batılılaştırılması, modernleştirilmesi, yeni zamanların ifadesiyle çağdaşlaştırılması operasyonun kadınlar üzerinden gerçekleştirilmesini planlıyorlar. Yani, Müslüman toplumlar, geri toplumlar, modernleşememiş toplumlar eğer kadınlar modernleştiyse bu toplumları da modernleştirmek mümkün olur. O zaman kadınlar nasıl modernleşecektir? İlk iş kadınların, İslam’ın onlara verdiği kılık kıyafet içerisinden çıkartılması, batılı kıyafetler içine sokulması diye düşünülüyor. Cezayir’de İslam kadına tesettürü getiriyor. Cezayir’de kadınlar tesettürü çarşaf giyerek uyguluyorlar. Bu defa Fransız idaresi sömürgeci kadrolar Cezayir kadınını çarşaftan çıkartmak gibi bir uygulama başlatıyor. Cezayir’li kadın direniyor. Çarşaftan çıkmak istemiyor. Bu sömürgeci bir gücün dayatması şeklinde bir uygulamayla karşılaşınca sömürgeciye karşı direniş oluyor. Ama sömürgeci gücün yöntemleri vardır. Memurlara yaptırım uyguluyor. Diyor ki, “Eğer eşinizi çarşaftan çıkartırsanız sizi terfih ettiririz. Çarşaftan çıkartmasanız terfih edemezsiniz.” Böyle bir yaptırım, tehdit oluyor. Devlet memurlarından zaman zaman bu tehdide boyun eğenler oluyor. Bunlara Cezayir’de eşinin başını açan memurlar için özel baş açma törenleri düzenleniyor. Devlet dairesinde toplantılar yapılıyor. Sömürgeci valiler, yöneticiler vardır. Memur geliyor. Eşi geliyor ve çarşaflar çıkıyor. Bu da törenlerle kutlanıyor.
BİZ ALLAH’ ŞÜKÜR BÖYLE BİR SÖMÜRGE STATÜSÜ YAŞAMADIK
Balkanlarda bir başka uygulama gerçekleşiyor. Balkanlar bir dönem Sosyalist Tito’nun yönetimine giriyor. Balkanlarda, Makedonya, Kosova, Bosna hersek, Sırbistan, Slovenya gibi 6 federatif üye oluyor. Yogoslav federasyonunu çatısı altında. Tito Müslüman kadınlara yönelik bir uygulama başlatıyor. O da sosyalizm adına bir uygulamadır. Reflü tesettür kanununu çıkartıyor. Reflü tesettürün kaldırılması demektir. Tesettürün kaldırılması kanununu uyguluyor. Ben bunu gidip bizzat yaşayanlardan dinledim. Müslüman hanımlar birbiriyle helallaşıyorlar. “Biz artık bundan sonra başımızı açmayacağımıza göre sokağa çıkmakta ancak başını açan olacağına göre bundan sonra biz sokağa çıkamayız. Öyleyse ancak ahrette görüşebiliriz. Birbirimizle helalleşelim.” diye kapı komşusu kadınlar birbiriyle helalleşiyorlar. Bunu bizzat yaşayanlardan ve aynı sokağı paylaşanlardan dinledim. O Müslüman halk üzerindeki sömürge statüsüdür. Bizde yaşananları da yaşayarak görüyoruz. Biz Allah’ şükür böyle bir sömürge statüsü yaşamadık. O gerçekten apayrı bir zulümdür. Ama bizde de zihniyet itibarıyla yanlışlar yapıldı. Yani o benzeri yöntemlerin ülkemizde de geçtiğimiz yıllar içerisinde olmuştur. Ben bu haberlerin ulaştığı onları yorumlayan, değerlendiren bir kardeşiniz olarak birçok acı şeye tanık olmuşumdur. Yani eşi başı kapalı olduğu için kaymakamlık hayatında zorlananlar, valilik hayatında, subaylık hayatında, öğrencilik hayatında zorlananlar. Bunların çok dramatik hikayelerini dinleyerek geldim. Beni en çok etkileyenlerden birisi, bir kaymakam eşinin, bayanın kendisinin başörtülü olması sebebiyle yapılan baskılardan dolayı bir gecede saçlarının ağardığını biliyorum. Bunlar Türkiye’deki o sancılı yapının sonucudur. Cezayir’de onlar yaşanmıştır.
ALTTAKİ TOPLUM GERÇEKTEN ÖZGÜRLÜK DENEN ŞEYE HASRET BİR TOPLUM HALİNE GELİYOR
Bütün yönetimler bir dönem sömürge yönetimi tarzında devam ediyor. Sömürge yapıları bitiyor. Sömürgecilik ayrılırken oradan oradaki kendi, ilişkilerini devam ettirecek kadroları bırakıyor. Libya’nın başında 40 yıldır duran bir Kaddafi, Cezayir’in başında 15 yıldır duran vs. böyle devam ediyor. Bu yapıdan korunarak geliyor ama alttaki toplum gerçekten özgürlük denen şeye hasret bir toplum haline geliyor.
BU BİR SİYASİ BİLİNÇTİR
1960’lar sonrasında bu coğrafyadaki hareketlenmenin zemini nedir? Nasıl oluştu? Nasıl gelişti? Ona baktığımızda 1960’lar sonrasında sömürge statüsünden kurtuluş sersinden iki şey gerçekleşiyor. Birincisi İslam’ı bilinçlendirme gerçekleşiyor. İkincisi de, sömürge statüsünü sorgulama, batı ile ilişkileri sorgulama bilinci gelişiyor. Birinci bilince siyasi bilinç demek mümkündür. Bu toplumlarda, niye bizim ülkemiz Fransız sömürgesi olsun. İtalyan ya da Amerikan sömürgesi olsun ki. Bizim yöneticilerimiz niye Amerikan iradesine tabi hale gelsin? Toplum iradesine tabi hale gelsin. Toplum iradesinden daha baskın irade onların iradesi olsun. Bu bir siyasi bilinçtir. Ama hemen bunun yanında sisteme yönelik sorgulama, İslam niye benim hayatımda yok? Böyle bir sorgulama. Bu da İslami bilincin gelişmesi ölçüsündedir.
İSLAM BİR HAYAT DİSİPLİNİDİR
Deniyor ki İslam, sadece camiye girip çıkmak değildir. Sadece namazdan ibaret değildir. İslam bir hayat disiplinidir. İslam hayatının bütün alanını kapsayan ölçüler bütünüdür. Yani Kur’an sadece namazda ya da mezarlıklarda okunmak için gelmedi. İnsan hayatının bütün alanlarını biçimlendirmek için geldi. “Helalleştiniz mi?” diye hepimizin önüne bir soru konmuş ve baktığınızda hayatınızın her alanı helalleşme sorgulamasının içine giriyor. Bir kuşa muameleniz, karınca muameleniz, göğe muameleniz, bir sigara izmaritini sokağa atmak, bir çiçeği koparmak, devlet başkanıysanız da yönettiğiniz halkla bir hukuk ilişkiniz oluyor. “ben devlet başkanıyım. Allah’a hesap mı vereceğim?” gibi bir şeyi bir Müslüman kimliği içerisinde söyleme imkanı yoktur. Böyle bilinç noktasına geldiğimizde içinde yaşadığınız, size empoze edilen kurulu düzeni de sorgulamaya başlıyorsunuz. İslam dünyasında bu iki sorgulama siyasi bilinç ve İslami bilincin buluşması batıda tehlike olarak algılandı. Bu tarih 1980’lerdir. Aynı zamanda bu tarih Sovyetlerin dağılmaya başladığı tarihtir. Sovyet sistemi 1989’da çöktü. Dolayısıyla batının gündeminden kominizim tehlikesi bir anlamda kalktı.
BEN HİÇBİR ZAMAN “BEN KÖKTEN DİNCİ, İSLAM’IM” DİYE KENDİMİ TANIMLAMADIM
Şimdi Kuzey Atlantik İttifakı (NATO) diye bir yapı vardır. Varşova paktına karşı kurulmuş bir savunma paktı olarak biliniyor. NATO oturup bir durum değerlendirmesi yaptı. “Bundan sonra biz niye var olalım? NATO niye var olsun? NATO’nun misyonu ne olsun?” Şöyle bir değerlendirme yapıldı dendi ki, İslam dünyasında böyle bir süreç gelişiyor. Böyle bir bilinç gelişiyor. Bu bilinç batının, bu coğrafyanın çıkarlarını tehdit ediyor. O zaman şimdi artık odağı İslam dünyasındaki bu gelişmelerdir. Bu gelişmelere bir ad da koydular. Bu “Siyasi İslam’dır” dediler. Bu “Radikal İslam, emperyalist İslam’dır” dediler. Ben hiçbir zaman “Ben kökten dinci, İslam’ım” diye kendimi tanımlamadım. Ve ya İslam dünyasındaki kimi oluşumlar kendilerini böyle tanımlamadılar. Bu tanımlamaların tamamı batı kökenli tanımlamalardır. 1. Dünya Savaşından sonra bu coğrafya ya bir statü kazandırılmıştır. Bu statü de sömürge statüsüdür. Bu coğrafyanın zenginlikleri batıya akıyor. Batı da bunları denetliyor. Özne kim? Özne batıdır. Bu coğrafya diyor ki, “ben özne olmak istiyorum. En azından kendi kendimin öznesi olmak istiyorum. Bu toprağın petrolünü ben değerlendirmek istiyorum. Ben bir Amerika kadar bir Fransa kadar bağımsız olmak istiyorum.” Bu aslında İslam’ında kendi insanına kazandırmak istediği bir kişilik karakteridir.
MARAŞ “KENDİ KENDİNİ KURTARAN ŞEHİR” OLARAK BİLİNİR
Marş’ın mili mücadele döneminde bir olay yaşandı. Maraş “Kendi kendini kurtaran şehir” olarak bilinir. Bir Cuma günü Fransızlar Maraş’ı işgal ediyor. Kaleye Fransız bayrağını çekiyorlar. Ulu Cami de kalenin hemen eteklerinde bir yerde. Cuma namazı için insanlar Ulu Camiye doluyorlar. Rıdvan Hoca minbere çıkıyor. Diyor ki, “Ey cemaat Cuma namazı hür olanlara farzdır. Hürriyeti olmayana Cuma namazı farz değildir. Orada Fransız bayrağı dalgalandıkça biz hür değiliz. Biz Cuma namazı kılamayız.” İnsanlar camiden boşalıp kaleye çıkıyorlar. Fransız bayrağını indiriyorlar. Yerine Türk bayrağını takıyorlar. Ondan sonra dönüp Cuma namazını öyle kılıyorlar. İslam da özgürlük ve hürriyet iç içe birbirinden ayrılmaz. Bir çok İslami hüküm hürriyete bağlıdır. Biz kendi ülkemizin, kendi toprağımızın hakimi olmalıyız. Öznesi olmalıyız. İradesi o İslami bilinçlenmeyle bağlantılı olarak da gelişiyor. Eğer sömürge yönetimi o ülkede o topluma devamlı hüküm etmek istiyorsa o toplumun İslam ile hürriyetler arasındaki birliktelik iradesini de çökertmek istiyorlar. “Müslüman ezilmeye de layıktır. Sömürülmeye de layıktır.” Gibi bir bilinç aşılamaya çalışıyor. Bu 60’lardan sonraki dönemi de İslami bilinçlenme ve batıyı sorgulama bilinciyle bu açılıyor. NATO, “Batı dünyası radikal İslam tehdidiyle karşı karşıya” diyor. Bunu, NATO genel sekreteri Belçikalı bir diplomat söylüyor. Onun hemen ardından o dönem İngiltere Başbakanı 1995 yılında “Bundan sonra tehdit yeşil tehdittir. Kırmızı tehdit bitti.” diyor. Biz o zaman “Altınoluk” isimli bir dergi çıkartıyoruz. O derginin kapağına “NATO İslam’a karşı tehdit odağı” diye bir söz koyduk. NATO böyle bir tehdit konsepti değiştiriyor. Bu da o zamandan bu zaman kadar devam ediyor. Ardından Büyük Ortodoks projesi devreye giriyor. Yani dünya düzeni kavramı Amerika tarafından devreye giriyor. Hepsi İslam coğrafyasının yeniden tanzimine ve İslam coğrafyasında gelişen bilinç hareketini kontrol altına alınmasına, ortadan kaldırılmasına yönelik projelerin ifadesidir. Onun için mesela Hüsnü İbaret duruyor. Hatta Büyük Orta Doğu Projesi “Bu coğrafyaya demokrasiyi getirelim.” Tarzında da bir öngörüsü vardır. Ama şöyle bir tartışmayı da kendi aralarında yürütürler. Derler ki, “Acaba demokrasi bu ülkelere gelirse bu insanlara kendi yönetimlerini serbestçe seçme, kendi sistemlerini serbestçe seçme hakkı tanınırsa, ya İslamcılar iktidara gelirse?” Bu soru hep gündemdedir.
AB DAHİL TÜM ÜLKELERDE: “AFERİN, BRAVO CEZAİR KENDİSİNİ İSLAMCILARDAN KURTARDI” DENİYOR
1997’de bir demokrasi uygulaması olmuştur. Ve o dönem “Fis” diye bilinen İslami Cephesi Partisi diye bir parti o zaman orada İslami isimlerle parti kurulabiliyordu. Mahalli idareler seçiminde büyük başarı kazanıyor. Bu başarı genel seçimler içinde bir sinyal olarak kabul ediliyor. Ne görülüyor, “Cezair de halkı bırakırsanız İslami Selamet cephesine oy verecektir. Öyleyse genel seçimleri iptal edelim.” Genel seçimler iptal ediliyor. Mahalli seçimlerde, İslami Selamet Cephesinin aldığı başarı iptal ediliyor. İslami Selamet Cephesi kapatılıyor. Askerler iktidara geliyor. Bu askerlerin iktidarını Amerika, Avrupa Birliği (AB) dahil tüm ülkelerde, “Aferin, bravo Cezair kendisini İslamcılardan kurtardı” deniyor.
KHA