Usame Beni de Öldürüyordu

Usame Beni de Öldürüyordu

Çağan Şekercioğlu: Su kitabı hazırlarken 7 Ağustos 1998'de Nairobi'deydim.

 

Kars KuzeyDoğa Derneği Başkanı ve ABD Stanford Üniversitesi Çevre Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu, 7 Ağustos 1998’de Nairobi katliamında tesadüfen bulunduğunu söyleyerek yaşadıklarını 13 yıldır unutamadığını söyledi.

 

Usame Bin Ladin’in öldürülmesiyle birlikte 13 yıl öncesi yaşadıklarının bir kez daha gözlerinin önünde geçtiğini söyleyerek, “Stanford’da bir kaç hafta sonra doktora programına başlayacaktım ama daha öğrenci vizem yoktu. O sabah Amerikan konsolosluğuna erkenden gidip formları alacaktım ama uyanamadım. İyi ki de uyanamamışım yoksa, El Kaide bombalamasında ben de orada olacaktım. Bombalamadan sonra oraya gidip sabaha kadar fotoğraf çektim ve o sabah önceden planladığım gibi Johannesburg uçağına binip Güney Afrika’ya gittim. O gece Johannesburg-İstanbul uçağı vardı. Bir Türk yolcuya filmleri verip Yeşilköy’de aileme vermesini rica ettim, o da yardımcı oldu. Aileme e-maille olanları yazdım. Filmleri ve e-mailimi o zamanlar sürekli yazı yazdığım Sabah grubunun doğa ve gezi dergisi Outdoor’un editörüne vermelerini rica ettim. Outdoor’da Tempo’ya vermiş. Unutmuştum ne zamandır. Tekrar o gün nasıl ölümden döndüğüm bugün aklıma geldi.” dedi.

 

Çağan Hakki Şekercioğlu’nun o günlerde hazırladığı yazı ise şöyle:

YOKOLAN CANLILARIN IZINDE AFRIKA MUHTESEM AFRIKA – (THE VANISHING AFRICA)

 

3 metre yüksekliğindeki muazzam fil ve bacakları titreyen, boyu yarım metreyi ancak bulan sempatik yavrusu, sadece 10 metre uzakta durmuş, bana bakıyorlardı. Biliyordum ki bu emniyetli bir mesafe değildi, ama nefesimi tutarak cipin içinde ayağa kalktım ve fotoğraf çekmeye başladım. Fakat motorun titreşimi yüzünden fotoğraf makinem sürekli sarsılıyordu. O yüzden yapmamam gereken bir şeyi yapıp Lumumba'ya motoru durdurmasını söyledim. Lumumba bunun tehlikeli olabileceğini söyledi. Bunu biliyordum ama o anı iyi görüntüleme isteğim mantığımı devreden çıkardı ve bir şey olmayacağını söyleyip tekrar rica ettim, o da istemeyerek dediğimi yaptı. Motor dururken şöyle bir silkindi ve çıkardığı ses anne fili huzursuz etti. Fil hortumunu havaya kaldırarak bağırdıktan sonra ayaklarını yere vurmaya başladı. Sinirlenmişti ve Lumumba hemen motoru çalıştırmaya davrandı.

 

Fakat ilk denemesinde motor boğuldu ve çıkan garip sesler yüzünden yavrusu için endişelenen fil hücuma geçti. Aniden hayranlığım dehşete dönüştü. Zaman yavaşladı. Bizden sadece 10 metre uzakta olan anne üzerimize doğru geliyordu ve motoru çalışmayan ustu açık cipte hiç şansımız yoktu. İkinci denemede başarısızlıkla sonuçlandı. Hiç faydası olmayacağını bilsem de, başımı kollarımla kapayarak iki koltuğun arasına çömeldim. Tam “İlk darbe geliyor” diye düşünürken aniden cip yerinden fırladı ve bir an içinde olası ölümle yaşam arasındaki çizgiyi geçiverdik. Anne fil de istediğini elde etmiş olduğu için durdu. Ölümün eşiğinden donmuştuk. Büyük bir tehlikeyi atlatmış birinin ruh haliyle o an içimi büyük bir huzur ve mutluluk kapladı ve etrafıma bakarak içinde bulunduğum eşsiz doğanın ihtişamını tam anlamıyla kavradım. Alabildiğine uzanan düzlüklerde sayısız zebra ve antilop otluyor, ilerdeki sulak alanda hipopotamlar ve filler serinliyordu. Ellinin üzerinde filden oluşan bir suru ağır ağır ilerlerken, düzlüklerden tüm azametiyle yükselen, tepesi buzullarla kaplı, Afrika’nın en yüksek zirvesi olan Kilimanjaro dağı, sanki bu hayat dolu düzlükleri korumak için nöbet tutuyordu. Eşsiz Afrika’nın özüydü burası ve Afrika’da geçirdiğim surede hissettiklerimin hepsi, hayranlık, etkilenme, heyecan, endişe, korku, dehşet, sevinç, huzur, tutku ve daha sayısız duygu fille karşı karşıya olduğumuz o bir dakika içine sığmıştı.

 

Afrika. Gizemli, büyüleyici, nefes kesici ama ayni zamanda tüyler ürpertici, ürkütücü, dehşet verici olabilen bir kıta. 30 milyon kilometrekarelik yüzölçümüyle dünyanın en büyük ikinci kıtası, dünyanın en uzun nehri Nil nehrini, dünyanın en büyük çölü Sahra’yı, dünyanın ikinci büyük (Viktorya) ve ikinci derin (Tanganyika) göllerini, dünyanın en büyük vadi sistemini ve daha birçok olağanüstü oluşumunu içinde barındırır. İlk insanin da ortaya çıktığı bu kıta kadar tarihi insanlık tarihini yansıtan başka bir kıta yoktur. Doğası da tarihi kadar etkileyici olan Afrika, halen dünyanın en görkemli canlılar topluluklarından birçoğunu barındırsa da, maalesef milyonlarca yıldır topraklarında yaşamış olan insanlardan çok çekmiştir ve çekmektedir. Acıklıdır ama, insanlığın beşiği olan bu kıta, bu yüzden de doğası en tahrip olmuş toprakları barındırır. Kontrolsüz nüfus artışı, doğal yaşam bölgelerinin hızla yok edilmesi, küresel ısınma, çölleşme, yangınlar, erozyon, kaçak avcılık, balık stoklarının tüketilmesi, çevre kirliliği ve birçok diğer cevre sorunu, kıtanın insanlarını ezelden beridir boyunduruk altında tutan fakirlik, açlık, hastalık, politik çürümüşlük, sömürgecilik, katliamlar, savaşlar, ırkçılık, kabileler arası düşmanlık ve daha sayısız sosyo-ekonomik sorunla beraber insanlığın kökeni olan Afrika’yı dünyanın en dertli kıtası haline getirmiştir. Öte yandan, binlerce antilopla dolu otlaklardan, şempanzelerin yaşadığı yağmur ormanlarına, rengarenk balıklarla kaplı mercan resiflerinden, dağ gorillerinin vatanı olan, buzullardan akan sularla beslenen dağ ormanlarına, Afrika hala essiz doğa hazinelerini barındırmaktadır ve bunların korunması, kıtanın ve Afrikalıların son ümididir. Günümüze değin en göz ardı edilmiş toprak parçası olan Afrika, çeşitliliği ve sorunlarıyla dünyamızın bir aynasıdır ve gözardı edilmeyi değil, her bakımdan önceliği hakketmektedir. Dünyanın birçok az gelişmiş bölgesinde ekonomiler yavaş yavaş gelişip nüfus artış hızı azalır ve hayat standartları yükselirken, atalarımızın yurdu Afrika’nın birçok bölgesinde halen bunun tersine bir gidiş görülmekte ve doğasının ihtişamıyla bilinen bu kıtanın insanları, turizm ve diğer faaliyetlerden gelir elde ederek, bu doğayı koruyup sağlıklı bir ortamda yasayabilecekken, eğitimsizlik ve hızlı nüfus artışı nedeniyle birçok türü yok olmanın eşiğine getirmişler ve kendileri de en kötü koşullar altında yasamaktadır.

 

Afrika göklerinin en muhteşem kuşlarından olan bir Batolor kartalı, Masai Mara'nin gökyüzünde tüm zarafetiyle süzülüyor. Afrika’nın birçok yerinde görülen cüce firavunfareleri, termit yuvalarında yasayan, sempatik ama bir o kadar da amansız avcılardır.

 

Küçük yaştan beri doğaya karşı büyük bir tutkum vardır ve hep dünyanın doğal çeşitliğini, doğanın güzelliklerini ve çevresel tehditleri belgeleyen bir araştırma projesini gerçekleştirmeyi istemişimdir. Yukarıda belirttiğim sebeplerden dolayı, doğal yapı ve tur çeşitliliği açısından dünya çapında öneme sahip bölgeleri ve bu bölgelerin karşı karşıya olduğu tehlikeleri inceleyen bir araştırma projesinin ilk etabını, evrensel öneme sahip olan Afrika’da gerçekleştirmeye karar verdim. Harvard Üniversitesi’nde aldığım biyoloji ve antropoloji eğitimi, dünyanın yedi kıtasında gerçekleştirdiğim bilimsel araştırma projeleri, üniversite tez araştırmamı 3 ay boyunca Uganda'da gerçekleştirmiş olmam, yüksek irtifa dağcılığından dalgıçlığa kadar birçok doğa sporunu yapıyor olmam ve Türkiye’deki çeşitli dergi ve gazetelerde seyahat ve doğa konulu doğa konulu fotoğraf ve yazılarımın cıkmış olmasından dolayı kendimi böylesine kapsamlı bir proje için hazır hissediyordum. Ne mutlu ki Yapı Kredi Bankası ve Yapı Kredi Kültür Sanat ve Yayıncılığın yönetim kurulu üyeleri de böyle düşündü ve bu önemli projeyi desteklediler. Yapı Kredi Bankası A.S.'nin desteği olmadan böylesine kapsamlı bir araştırma projesini tek başına gerçekleştirmem mümkün olmazdı ve kendilerine öngörüleri için müteşekkirim. Bu proje için Afrika’nın yağmur ormanı, dağ, okyanus, savana, çöl gibi ana ekosistemlerini temel olarak aldım ve kitaptaki bölümleri de bu ekosistemlere dayanarak yazdım. Bu kitapta yer alan bilgilerin önemli bir kısmını Uganda’da bilimsel araştırma yaptığım ve Doğu Afrika’da incelemelerde bulunduğum 1996 yazında edindiysem de, esas araştırmam 1998 yazında gerçekleşti. Doğu, bati ve güney Afrika’nın birçok ülkesi ile Madagaskar’ı ziyaret ederek bu farklı ekosistemleri araştırdım, bu bölgelerin özgün türlerinin karşı karşıya olduğu tehditleri, gözlemler ile bilim adamları ve yöre insanlarıyla yapılan röportajlar sonucu belirledim ve bu doğal ortamların canlı çeşitliliğini ve bunu tehdit eden unsurları film ve fotoğraf çekimleriyle belgelendirdim. Araştırmama Güney Afrika Cumhuriyeti-Mozambik sınırında başladım. Bir hafta sonra Madagaskar’a geçtim. Daha sonra Kenya, Uganda ve Tanzanya’nın önemli doğa bölgelerini inceledim. Bati Afrika ekosistemlerini bulundurduğu için araştırmam için büyük önem taşıyan Gabon’dan sonra Güney Afrika’ya geri dondum ve Durban’daki 22. Uluslararası Ornitoloji Kongresi’nde ülkemizi temsil eden tek delege olarak, Uganda’nın Kibale ormanında gerçekleştirdiğim, orman kesiminin kuşlar üzerine etkilerini incelediğim araştırmamı sundum. Daha sonra Lesotho-Güney Afrika sınırındaki dağlardaki yırtıcı kuşları inceledim. Kongreden sonra çalışmalarıma Zimbabwe, Zambiya ve Namibya’da devam ettim ve sonunda Güney Afrika üzerinden Türkiye’ye dönüm.

 

Bu kitap, 1998 yazında gerçekleşen bu çalışmanın ve 1996 yılında Uganda’danın orman kuşları üzerine yaptığım tez araştırmamın getirdiği birikimin bir sonucudur. Bu tip çalışmalar, cağımızın en büyük problemi olan cevre sorununa dikkat çekmenin yanında, canlı çeşitliliğini korumanın uluslararası açıdan çok önemli olduğu günümüzde, gerek halkımızın bilinçlendirilmesi, gerek yurdumuzun uluslararası bilime katkısı, gerekse ülke tanıtımımız açısından büyük faydalar sağlamaktadır. Bu projenin belki de en önemli amacı, Afrika’da olanlardan ders alarak ülkemizde aynı hataları tekrarlamamak ve yapılan yanlışları bir an önce düzeltmek için Türk insaninin Afrika’nın çevre sorunları hakkında bilgilendirilmesidir. Nüfus artışı, eşit olmayan gelir dağılımı, erozyon, çölleşme, kontrolsüz imarlaşma, ormanların yok edilmesi, kacak avcılık ve hayvan kaçakçılığı, sulak alanların kurutulması, yanlış tarım politikaları, balık stoklarının tüketilmesi, aşırı otlatma sonucu bitki örtüsünün yok olması, hava, su ve toprak kirliliği ve daha birçok cevre sorunu, gerek Afrika’da gerekse ülkemizde büyük tahribata yol açmaktadır ve birçok açıdan Afrika, bir an önce önlem almazsak kısa zamanda ülkemizin geleceği duruma örnek teşkil etmektedir.

 

Göz alici pembe başlı ağama kertenkelesinin erkekleri, hızla sınav çekerek dişilere kur yaparlar. Doğal bitki örtüsünün yakılması yüzünden Madagaskar hızla verimli toprağının ve özgün canlılarını kaybediyor. Afrika ormanlarının duiker antilopları, gözaltı koku bezelerini dallara sürterek yaşadıkları yeri işaretlerler.

 

Tabi her yolculuk gibi “Yok olan Türlerin İzinde Afrika’ projesi de sorunsuz geçmedi. Nairobi’deki Amerikan konsolosluğu bombalandığı gün Nairobi’deydim ve uyuyup kalmam sayesinde Amerikan konsolosluğundan bazı belgeleri almaya gidemeyerek ölümden döndüm. Nairobi’nin merkezinin yerle bir olduğu bu korkunç felaketi fotoğraflamaya gittiğimde gördüklerim hayatımda beni en sarsan görüntülerdi. Yüzlerce kişi ölmüş, binlercesi yaralanmış ve olan yine Afrikalılara olmuştu. Ben varmadan 2 hafta önce ADF gerillalarının 80 kişiyi öldürüp bir o kadarı da rehin aldıkları batı Uganda’nın Fort Portal bölgesinde kazasız, belasız araştırmamı yapabildiysem de, tam Uganda sınırından Kongo’ya geçecekken, Orta Afrika Savaşı veya birçok kaynağın deyisiyle Birinci Afrika Savaşı’nın patlak vermesi nedeniyle kendimi zor kurtardım ve Rwanda ile Kongo’yu araştırma planımdan çıkardım. Uganda ve Rwanda’nın desteklediği gerillalarla Kongo, Angola, Zimbabwe ve Namibya hükümetlerinin askerlerinin mücadele ettiği bu savaş, Sudan ve Cad askerlerinin de katılması ve Gabon, Ekvatoral Gine, Etiyopya, Eritrea ve Libya hükümetlerinin de katılabilecekleri ihtimaliyle tüm Afrika’yı pençesine alarak, tam Afrika için bir gelişme umudu doğarken kıtayı tekrar karanlık çağlara sürüklemek üzeredir. Bunun yanında iç savaşın tekrar patlak vermesi nedeniyle Angola’ya, birçok milli parkta mayın tehlikesinden dolayı da Mozambik’e de gidememem, Afrika’nın savaşlardan ve ihtilallardan halen ne kadar çekmekte olduğunun göstergesidir. Yine de esas amacım olan kıtanın tüm temel ekosistemlerini incelemeyi basardım ve bunları belgelediğim yaklaşık 8 bin fotoğrafın en iyilerini bu kitapta derledim.

 

Bu çalışmada göreceğiniz gibi, Afrika nefes kesici görüntülerin, eşsiz doğal bölgelerin, hayranlik uyandıran canlıların ve özgün kültürlerin bir arada bulunduğu bir dünya hazinesidir. Maalesef bu essiz doğa ve kültürler, Afrika’nın yoğun sosyoekonomik sorunları yüzünden hızla yok oluyor ve bu kıtanın insanları da bunun bedelini son derece zor koşullar altında yasayarak, kıtlıkla, çölleşmeyle ve salgın hastalıklarla ödüyor. Afrika’da insanlığın tarihi diğer kıtalardakinden çok daha eski olduğu için, ayni zamanda Afrika geleceğimizin aynasıdır. Ümidim, bu ve benzer çalışmalar gerek Afrika’nın, gerekse ülkemizin doğasına ve cevre sorunlarına olan ilgiyi arttırsın ve eşsiz canlılarla dolu olan gezegenimiz, tüm doğal yaşamın ortadan kalktığı, yokluk içinde yasayan milyarlarca insanla kaplı bir cehennem haline gelmeden bu gidişe bir son verelim.

 

YOK OLAN TÜRLER

İnsanlığın son anlarına şahit olduğunuzu düşünün. Dünya artik kimsenin yaşayamayacağı, üzerinde tek bir bitkinin yetişmediği, sırf kayadan ibaret, çöl bile denemeyecek bir hiçlik. Bir vaha hariç. Bu vahanın etrafında son 100 insan beraber yasıyorsunuz. Ama ne olduğunu bilmediğiniz bir şey, birkaç haftada bir, bir ailenin evini ve içindekileri yok ediyor. Sabah kalktığınızda o evden geriye sadece bir enkaz ve cesetler kalmış. Dehşet içindesiniz ama etrafınız sarili ve kaçacak bir yeriniz yok. Sizi neyin birer birer yok ettiğini bilmiyorsunuz. Hiçbir şey yapamıyorsunuz, soyunuzun ortadan kaldırılmasını beklemekten başka.

 

Bir korku filmi senaryosu mu? Hayır. Bu dünyanın her yerinde, her gün, yüzlerce kere gerçekleşiyor. Tek fark, yok edilenlerin insan değil de binlerce canlı turu olması. Biyologların tahminlerine göre her gün 100 ila 300 canlı türü ebediyen yeryüzünden siliniyor. Sözlükteki en kudretli kelimedir ebediyen. Yani geri dönmemecesine, ilelebet, sonsuza değin. Nedir binlerce, milyonlarca canlıyı bu geri dönüşü olmayan, en korkunç kadere sürükleyen? Biz ve sözde medeniyetimiz. Mertliğin mazlumu ezmemek olduğunu düşünürsek, şerefsizliğin dik alası değil mi bu yaptığımız? Bilinçsiz, kontrolsüz, gözünü hırs bürümüş bir şekilde inşa eden, çoğalan, büyüyen, her yeri kaplayan insanlık, önüne çıkan sayısız canlıyı ezip geçiyor. Yok ettiğimiz ve yok etmekte olduğumuz canlılar bir daha hiçbir zaman yeryüzüne geri gelmeyecek. Aralarında 500 kiloyu gecen, 3 metre boyunda muhteşem kuşlar, gelmiş geçmiş en iri canlı olan 100 tonluk balinalar, en yakin akrabalarımız olan şempanzeler ve goriller, çeşitli kanserlere ve diğer hastalıklara çözüm olabilecek bitkiler ve 5000 yıl yasayabilen ağaçlar var. Fakat biz tüm bunları bir kalemde silip atıyoruz. Ne yazık ki insanoğlu milyonlarca yıl önce Afrika’nın düzlüklerinde ortaya çıktığından beri birçok canlı türünün yok olmasına sebep oldu. Büyük ihtimalle ortadan kaldığımız ilk canlı türü, en yakin akrabamız olan ve bir zamanlar günümüzdeki insan türü Homo sapiens’in atası Homo habilis’le beraber yaşamış olan Australopithecinelerdi. Bilim adamlar, güvenilir verilere dayanarak bu türün büyük ihtimalle daha gelişmiş bir beyine sahip olan Homo habilis tarafından yemek için avlanarak yeryüzünden silindiğini düşünüyor. Evrimsel kardeşimizi öldürerek başlattığımız bu soykırım, günümüzde hiçbir zaman olmadığı kadar yüksek bir seviyede devam ediyor. Her ne kadar tarih öncesi insanları suçlamak mantıklı olmasa da, ulaştığımız bu medeniyet seviyesinde dünyadaki eşsiz türleri durmaksızın yok etmemizin hiçbir özrü olamaz. Bu öyle bir boyuta ulaştı ki, bilim adamları tarafından, “6. Soytüketim Krizi” diye tanımlanıyor. Son 500 milyon yılda, dünyada yaşayan canlıların %60 ila %90’inin jeolojik olarak kısa bir sure içinde (yüz bin ila bir milyon yıl) yok eden 5 büyük toplu soy tükenmesi olayı olmuştur. Bunlardan 5. Si, 10 km çapında bir meteorun dünyamıza çarpması sonucu kalkan toz bulutunun aylarca güneşi gölgeleyerek birçok bitkinin ve bu bitkilerle beslenen dinozorların (ve bunlarla beslenen diğer dinozorların) soyunun tükenmesine yol açarak dinozorları dünya yüzünden silen olaydır. Günümüzde ise, insanlar yüzünden canlıların ortadan kalkma hızı, 5 milyar yıllık dünya tarihinde, en büyük toplu ölüm olaylarında bile rastlanmamış bir seviyede ve bu yüzden biyologlar bunun 6. ve en büyük tür yok oluş olayı olduğunu düşünüyorlar. Geçmişte bu olayların en hızlısının bile on binlerce yıl aldığı düşünülürse, günümüzde doğadaki canlı türlerinin %50’sinin önümüzdeki yüzyılda ortadan kalkacak olması (bunu destekleyen sayısız veri bulunmakta), bu krizin ne kadar korkunç bir boyutta olduğunu gösteriyor. Eğer bir an önce bu dehşet verici soykırıma bir son vermezsek, yüz milyonlarca yıllık evrimin sonucu ortaya çıkan doğanın eşsiz çeşitliliğini bir asır içinde yok edeceğiz. Bu insanlığın en büyük utancı olacağı gibi, tüm ekosistemler yıkıma uğrayacak ve hayatta kalmak için doğaya bağlı olan insanlık da yeryüzünden silinecektir.

 

DOGANIN HEYKELTRASLARI: EVRIM VE TEKTONIK HAREKETLER

Biyolojinin en önemli kavramı, doğal secim yoluyla evrimleşmedir. 1859 yılında Charles Darwin tarafından ortaya atılan evrim kavramı, virüslerden balinalara, palmiyelerden insanlara kadar tüm canlılar dünyasını bir araya getirir. Ünlü biyolog Dobzhansky’nin dediği gibi “Evrim olmadan biyolojide hiçbir şeyin manası yoktur”. Her ne kadar geri kafalı bir kesim tarafından evrimin ispatlanmamış bir teori olduğu öne sürülse de, şimdiye kadar doğada yapılan milyonlarca gözlem arasında evrimin tersini ispatlayan bir tane bile yoktur ve evrim kavramı tartışılmaz bir gerçek olarak biyolojinin temelini oluşturur. Peki nedir bu kadar önemli olan evrim? Bu kitapta sık sık evrimden bahsedeceğim için bu kavramın anlaşılması çok önem taşımaktadır.

 

EVRİMİN DOĞADA GÖZLENEBİLEN 4 TEMEL ŞARTI VARDIR. BUNLAR:

1-Canlılar birbirlerinden çeşitli şekillerde farklılık gösterirler ve bu farklılıklarının çoğunluğu kalıtsaldır. Sari saclı mavi gözlü olan bir anne babanın çocuklarının ve torunlarının sari saçlı mavi gözlü olmasını buna örnek olarak gösterebiliriz. Genetik sebeplerden dolayı kahverengi saçlı çocukları da olabilir ama bunların kökeninde geçmişteki nesillerin genleri yatmaktadır. Buna "farklılık prensibi" de denir.

 

2-Yasayabilmesi mümkün olandan daha fazla canlı doğar. Örneğin bir çift sineğin tüm yavruları üreme çağına kadar yaşasaydı ve ayni şey bunların yavruları için de geçerli olsaydı, bir yıl içinde tüm dünya 30 santim kalınlığında bir sinek tabakasının altında kalırdı. Bu prensip, "hayatta kalma mücadelesi" prensibidir.

 

3-Kalıtsal bazı farklılıklara sahip olan canlılar, diğerlerine göre daha yüksek hayatta kalma ve üreme sansına sahiptirler. Örnek olarak, diğer ceylanlardan biraz daha hızlı koşabilen bir ceylanın, aslanlardan kaçma şansının artmasından dolayı, hayatta kalma ve üreme şansının daha yüksek olmasını gösterebiliriz. İste çok önemli olan "doğal seçim prensibi" budur.

 

4-Zamanla doğal seçim sonucu avantaj sağlayan olan farklılıklar oranı artar ve uzun zaman surecinde yeni türler ortaya çıkar. Örneğin bir zamanlar dağlarda yaşayan dağ koyunlarının bir kısmı daha da çevik ve denge sahibi olduklarından dağ koyunlarının gidemediği sarp kayalıklarda yaşamaya başlayarak zamanla keçiler haline gelmişlerdir. İste bu da türlerin evrimidir.

 

Unutulmamalıdır ki evrim çok uzun surelerde, genellikle yüz binlerce, hatta milyonlarca yıl içinde gerçekleşir. Bu bakımdan bizim yaşam suremizde fark edilmeyecek küçük farklılıklar bile, binlerce nesil sonrasında farklı türlerin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Evrime sebep veren başka bir faktör de, bir turun jeolojik olaylar sonucu iki ya da daha fazla gruba ayrılarak, bu grupların içinde bulunduğu farklı koşulların farklı türlerin ortaya çıkmasına yol açmasıdır.

 

Örneğin Orta Afrika’da milyonlarca yıl önce Zaire Nehri tarafından bölünmesi sonucu, bu nehiri geçemeyen iki ayrı şempanze nüfusu ortaya cıkmış ve bu şempanzeler zamanla farklılaşarak iki ayrı tur haline gelmişlerdir. Benzer şekilde, günümüzden 5 milyon yıl önce Afrika’da iklimin değişmesi sonucu Doğu Afrika’nın büyük bir kısmının yağmur ormanından tropik otlak olan savanlara dönüştüğü ve bu otlaklarda kalan yağmur ormanı parçalarında izole olan şempanzelerin zamanla insan türünü oluşturduğu düşünülmektedir. Görüldüğü gibi evrim, zaman içinde büyük farklılıkların belirginleşerek, yeni türlerin ortaya çıkmasına neden olur. Gezegenimiz yaklaşık 5 milyar yasındadır ve dünyada gelmiş geçmiş tüm canlılar, bundan yaklaşık 3 milyar yıl önce ortaya çıkan ve bakterileri andıran ilkel canlılardan gelmişlerdir. Evrimin etkileyici potansiyeli, doğanın en önemli kuvvetidir.

 

Biyolojik açıdan evrim ne ise, jeolojik olarak tektonik teori de odur. Alfred Wegener tarafından ortaya atılan tektonik teori, dünyamızın gezegenin iç kısımlarındaki erimiş magmanın üzerinde hareket eden tektonik tabakalardan oluştuğunu ileri sürer. Her ne kadar yüzlerce kilometre derine inip erimiş metali yerinde görebileceğimiz teknoloji olmadığından bu teoriyi direk olarak doğrulamak mümkün olmasa da, fosiller, jeolojik katmanların incelenmesi ve coğrafi oluşumların araştırılması, tektonik hareketlerin varlığını ispatlamaktadır. Bunun en güzel örneklerinden biri, bir zamanlar birleşik olduğu düşünülen Güney Amerika’nın doğu kıyısı ile Afrika’nın bati sahilinin birbirine mükemmel uyumudur. Buna yurdumuzdan benzer bir örnek, bir zamanlar ayni toprak parçası olan Kıbrıs ile İskenderun Körfezi’nin birbirine tam oturmasıdır. Tektonik hareketler sonucu sürekli hareket eden kıta sahanlarının birleştiği bölgelerde (fay hatları) ise, volkanik faaliyetlerin ve depremlerin olasılığı artar. Ülkemizden böyle iki fay hattı geçtiği için, Türkiye’de birçok deprem olmasının yani sıra Uludağ, Erciyes, Ağrı, Nemrut gibi birçok yanardağ da bulunmaktadır. Kıtaların yıllık hareketleri her ne kadar milimetrelerle ölçülse de, milyonlarca yıl söz konusu olunca bu milimetreler binlerce kilometrelik hareketler demektir. Örneğin Avustralya 80 milyon yıl önce diğer kıtalardan ayrılmaya başladığı için, kendi başına kalmıştır. Bu ayrılma esnasında dünyada bulunan ilkel memeliler Avustralya’da soyutlanmış ve daha sonra daha gelişmiş memeliler ortaya çıkıp birçok ilkel keseli memelinin ortadan kalkmasına yol açtığında, denizler nedeniyle Avustralya’ya varamadıklarından, bu kıta bundan etkilenmemiştir. Bu yüzden günümüzde Avustralya diğer kıtalarınkinden çok farklı bir keseli memeli topluluğu barındırmaktadır ki, kangurular da bunların en tanınmışlarındandır. Görüldüğü gibi bu hareketler, gerek gezegenimizin jeolojik yapısı gerekse kıtaların canlı toplulukları açısından büyük önem taşımaktadırlar. Kıtaların bu hareketleri, yüzlerce milyon yıl sonucu sayısız evrimsel farklılaşmaya elvermiş ve tektonik hareketler günümüzün çeşitli ve zengin canlı topluluklarının ortaya çıkmasında evrimsel süreç kadar önemli bir yere sahiptir. Canlılar için büyük önem taşıyan bu iki mekanizma, diğer tüm kıtalarda olduğu gibi, Afrika'da da benzersiz ve hayranlik uyandıran bir canlılar topluluğunu ortaya çıkmasını sağlamıştır.

 

KHA

Etiketler :
Önceki ve Sonraki Haberler