Mehmet Akif Ersoy’un Edebi Kişiliği
Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Rafet Gökdaş, Mehmet Akif Ersoy'un Edebi Kişiliğini anlattı.
Mehmet Akif Ersoy’un Edebi Kişiliği
Volkan KARABAĞ / karsmanset.com
Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Rafet Gökdaş, Mehmet Akif Ersoy’un Edebi Kişiliğini anlattı.
Türk edebiyatında Mehmet Akif kadar hayatı, edebiyat anlayışı ile şiirleri arasında büyük bir uygunluk bulunan pek az şair vardır.
Mehmet Akif, şiir yazmaya Baytar Mektebi’nde başlar. Yayımlanan ilk şiiri “Kuran’a Hitap” başlığını taşır.
Akif II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 yılına kadar çok sayıda şiir yazmış fakat bu eserleri kendisine saklamış ya da sınırlı sayıdaki yakın çevresiyle paylaşmıştır.
Meşrutiyet onun hayatında yeniden doğuştur. Bu tarihten itibaren zengin bir külliyatı meydana getirecek olan şiirlerini yazmaya ve yayınlamaya başlar.
Mehmet Akif, Sırat-ı Müstakim dergisinde yayımladığı şiirlerini Safahat adıyla kitap halinde toplar. Bu kitap şairin ilk kitabıdır. Akif, ilk altı şiir kitabını 1911-1919 yılları arasında yayımlar.
Eserlerinin genel adı Safahat’tır. Safahat, yalnız ilk kitabının adıyken bütün şiirlerinin toplandığı kitaba da isim olmuştur.
Yedi adet kitap yazmıştır:
Birinci Kitap: Safahat (1911) Kelime anlamı “Hayatın değişik yüzleri, görünümleri” anlamına gelir. Bu kitapta üç bin mısradan ibaret 43 şiir vardır.
İkinci kitap: Süleymaniye Kürsüsünde (1912) Bin mısradan ibarettir. Şiir, şairin Haliç’ten Süleymaniye Camii’ne doğru yolculuğunda gördüğü manzaraların ve Süleymaniye Camii’nin dış ve iç mekanların şiirsel bir dille tasviriyle başlar. Ardından, dönemin Osmanlı toplumu ve diğer islam diyarlarının o dönemdeki dini, sosyal ve siyasal durumlarından bahseder.
Üçüncü kitap: Hakkın Sesleri (1913) Hakkın Sesleri, Akif’in bazı ayetlere manzum yorum yaptığı şiirlerden oluşur. 10 şiir, 482 mısra, 8 ayet ve 1 hadisin açıklaması ile milletin düştüğü felaketten kurtulma yollarını göstermeye çalışır.
Ayetlerden ve bir hadisten hareket eden Akif, akılsızlığa, cehalete, ve milletin içine serpilen ayrılık tohumlarına saldırmış, milleti uyandırmaya çalışmıştır.
Dördüncü kitap: Fatih Kürsüsünde (1914) Mesnevi nazım şekliyle yazılan eser, “İki arkadaş Fatih Yolunda” ve “Vaiz Kürsüde” başlıklarını taşıyan iki bölümden oluşur.
“İki Arkadaş Fatih Yolunda” adlı bölümde şair ve arkadaşı arasında geçen uzun konuşmaya yer verilmiştir. İki arkadaş halkın cahilliği, doğaya duyarsızlığı, eski eserlere değer verilmeyişi, dinin ihmal edilişi gibi konular hakkında konuşurlar.
“Vaiz Kürsüde” bölümünde ise vatan-millet sevgisi, doğu-batı karşılaştırması, eğitim sorunları, Balkan zulmü gibi konular görüşülür.
Beşinci Kitap: Hatıralar (1917) birinci dünya savaşı sırasında Mehmet Akif Ersoy’un yaptığı seyahatlerdeki gözlemleri anlatılmaktadır. 10 şiir, 1314 mısra olmak üzere yayımlanmıştır. Kitaptaki en önemli ve bir bakıma kitaba adını veren şiir Berlin hatıralarıdır.
Altıncı Kitap: Asım (1919) Manzum hikaye tarzında, konuşma üslubuyla kaleme alınmış bir eserdir. 2615 mısradan oluşmuştur. Mehmet Akif, bu eserde hayal ettiği ideal Müslüman Türk gençliğini ayrıntılarıyla anlatmış ve bu ideal gençliğe “Asımın Nesli” adını vermiştir.
Eser aynı zamanda Asım’ın neslinin Çanakkale’de gösterdiği direnişin destanıdır. Şairin ünlü “Çanakkale Şehitlerine” şiiri, Asım’ın sonlarına doğru söylenen bir manzumedir.
Yedinci Kitap: Gölgeler (1933) Mısırda basılmıştır. 41 adet manzumeyi içerir. Mehmet Akif’in yedinci ve son şiir kitabı olan “Gölgeler” deki şiirlerin çoğu onun, vatanından uzak olduğu ömrünün son on yılına aittir.
Bu şiirlerde o artık bir toplum ve sosyal olaylarla ilgilenen şair olmaktan çok bir “ben” şairidir.
Dış dünyadan kendi iç dünyasına yönelen şairin, bu devrenin en önemli ürünleri olan “Gece”, “Hicran” ve “Secde” şiirlerindeki bu içe dönüş tasavvufi bir boyut da kazanmıştır.
Gurbet duygusu ve yalnızlığa yaşlılık ve hastalığın da eklenmesi bu dönemin şiirlerini hem hüzünle gölgelemiş hem de yer yer zehirli serzenişlere yol açmıştır
ŞİİR ANLAYIŞI
Akif, şiir anlayışını ilk kitabının başında şu mısra ile dile getirir: “Aczimin giryesidir bence bütün asarım” Akif bu ilk kitabından itibaren karşılaştığı fakir, güçsüz, çaresiz insanları anlatacak ve onların acıları karşısında hüzünlenecek kimi zaman da çaresiz kalacaktır.
Bu bakımdan Akif’in cemiyetin problemlerini gören ve bunlar karşısında hüzünlenen bakışı bütün şiirlerinde hissedilmektedir.
Mehmet Akif’e göre şiir topluma hizmet etmelidir. Mehmet Akif “Edebiyat” başlıklı yazısında bu konudaki düşüncelerini şu cümlelerle anlatmaktadır:
“Şiir için, edebiyat için ‘süs’, ‘çerez’ diyenler var. Karnı tok, sırtı pek milletlere göre bu söz belki doğrudur. Lakin bizim gibi aç, çıplak milletlere göre süsten, çerezden evvel giyecek, yiyecek lazım. Onun için ne kadar süslü, ne kadar tatlı olursa olsun libas hizmetini gıda vazifesini görmeyen edebiyat, bize hiç bir şey söylemez. Hele ‘sanat sanat içindir, sanatta gaye yine sanattır, edebiyatta edebiyattan başka bir gaye aramak sanatı takyid etmektir” gibi nazariyeler bizim idrakimizin pek fevkindedir.
Mehmet Akif, 1908’den sonra aruz ölçüsünü başarıyla kullanarak halkın dert ve sıkıntılarını dile getirdiği manzum hikayeleriyle dikkatleri üzerine çeker. Bu hikayelerde camiiler, kahvehaneler, sokaklar, meyhaneler, hastaneler, yetimler, yoksullar, idari bozukluklar tablo tablo tasvir edilir.
Mehmet Akif’e göre şiir topluma hizmet etmelidir. O şiiri bir araç olarak görmüş, “Sanat toplum içindir” görüşünü benimsemiştir.
Mehmet Akif realist bir şairdir.
Hayır hayal ile yoktur benim alışverişim
İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim
Dizeleri onun bu özelliğini açık bir şekilde yansıtır.
Şair öğretici yanı ağır basan, din, ahlak, vatan konularının işlendiği şiirlerinde konuşma dilini başarıyla kullanmıştır.
Akif, birçok şiirinde sosyal sorunlara da yer vermiştir. Örneğin; “Küfe” şiirinde yetim kalan bir çocuğun dramını, “Mahalle Kahvesinde” zamanını kahvelerde geçiren tembel kişileri, “Köse İmam” da ise İslam’ı yanlış anlayarak karısını boşamak isteyen acımasız, cahil bir adamı anlatır.
Mehmet Akif, Fransız sanatçı Emile Zola’nın gerçekliğine hayrandır. Bu bakımdan da natüralisttir. Gerçeği olduğu gibi, bütün çirkinliği ve kusurlu yanlarıyla anlatması onu natüralistlere yaklaştırmıştır.
Akif, ahlaksız edebiyata düşmandır. O, “Edepsizliğin başladığı yerde edep biter” der. Samimiyetsiz, sahte ve taklitçi olanları sevmemiştir. Şiirlerinde halkın kullandığı değimlere, atasözlerine bolca yer vermiştir.
Mehmet Akif, şiirlerinde yalnızca aruz veznini kullanmış, ama hece veznine de karşı olmamıştır. Şiirlerinde kullandığı üslup, olaydan ve fikirden daha önce göze çarpar süse ve yapmacığa kaçmadan, yaşayan halk ifadeleriyle kurulmuş, çekici bir anlatımı vardır.
Akif, hayatı boyunca geçim sıkıntısı çekmiş ve pek çok konuda fedakarlık yapmıştır. Belki de fedakârlığının en büyüğünü şiirini davasına kurban ederek yapmıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler isimli eserinde "Bu kudretli adamın bir kez bile içine dönüp bakmaması Türk Edebiyatı için büyük bir kayıptır" der. Akif içine dönüp bakan insandı ama şiirini iç dünyasının seslerine göre değil toplumun sorunlarına ve ihtiyaçlarına göre şekillendirdi.
Bir mısrasın da:
"Gül devrinde gelseydim bülbül olurdum" diyen Akif bir konuşmasında da: "Bazen içime çok güzel düşünce ve duygular geliyor, ama bunları yazmıyorum" der. 1925 yılı sonlarında "Hicran'ı Akif'ten dinleyen Hasan Basri Çantay'ın, "Üstad, siz vadiyi değiştiriyorsunuz, sanırım" sözü üzerine Akif, şu karşılığı verir:
"Hayır, kardeşim. Hayır. Benim asıl vadim budur. Neşrettiklerim cemiyet-i beşeriyeye hizmet için yazılmış manzumelerdir.’’ Şiirini millet için kurban etmenin nasıl büyük bir fedakârlık anlamına geldiğini şair olmayanların anlaması son derece güçtür. Mehmet Akif, bunu göze alabilen ender insandır.

