A.S.Puşkin’in İzlenimleriyle Kars
Atatürk Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Muhammed Taşkesenligil'in "A.S.Puşkin’in İzlenimleriyle Kars" başlıklı yazısı şöyle:
A.S.Puşkin’in İzlenimleriyle Kars
A.S. Puşkin 1799 yılında zengin ve aydın bir ailenin çocuğu olarak Moskova’da doğmuştur. Çocuk yaşta çok iyi bir eğitim almış ve kendisine Rus şiirinin güneşi anlamında “солньце русской души” (solntse russkoy duşi) denilmiştir. Rus edebiyatı ve Rus şiiri onunla başlamıştır. Puşkin, kendisinden sonra gelen Tolstoy, Çehov, Dostoyevski, Gogol gibi pek çok önemli Rus yazarını derinlemesine etkilemiştir. Sevdiği kadın uğruna biriyle düello yapmak zorunda kalmış ve bu düelloda ağır bir yara almıştır. İki gün sonra çok genç denebilecek bir yaşta 38 yaşında ölmüştür. Ancak bu kısacık ömrüne çok önemli eserler sığdırmayı başarmıştır. Puşkin öldükten sonra üstadı Jukovski: “Rus şiirinin güneşi battı demiştir.”
Puşkin, 1828-29 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Rus ordusuyla birlikte Moskova’dan yola çıkarak Erzurum’a kadar yaptığı yolculuğunu şair, yazar ve akademisyen Ataol Behramoğlu’nun Türkçeye çevirdiği “Erzurum Yolculuğu” Путешествие в Арзрум (Puteşestviye v Arzrum) adlı seyahatnamesinde anlatır. Bu seyahatnamede Önce Tiflis’teki anılarını, ardından da Kars’taki anılarını anlatır. Rus ordusuyla Kars’a gelmeden önce ilk olarak Türkiye-Ermenistan sınırını oluşturan, Çıldır gölünden doğan Arpaçay ırmağını görür ve izlenimlerini şu sözleriyle anlatır: Atım hazırdı. Bir kılavuzla yola çıktım. Çok güzel bir sabahtı. Pırıl pırıl bir güneş altında; dünkü yağmurun suladığı ve üstlerinde çiğ damlaları ışıldayan yeşil, gür otlarla kaplı bir çayırlık boyunca ilerliyorduk. Karşımızda, aşmak zorunda olduğumuz bir ırmak parıldamaya başladı: 'işte Arpaçay!” dedi. Arpaçay!... Yani sınır!.. Doğrusu Ararat’a bedeldi bu. Anlatılmaz bir yürek çarpıntısıyla, atımı ırmağa doğru dörtnala kaldırdım. Ömrümde ilk kez yabancı bir ülkeye giriyordum.
Puşkin, bir Türk delikanlısı olan kılavuzuyla günler süren yolculuktan sonra nihayet o dönem Rus yönetimi altında bulunan Kars’a varır. Çarlık yönetimi tarafından yurt dışına çıkması yasaklanan Puşkin ömründe ilk kez yabancı bir ülkenin topraklarına ayak basmış ve içinde bazı gizemli duygular oluşmuştur. Bu duygularını seyahatnamesinde şöyle anlatır: Dağlarla çevrili geniş bir ovada ilerliyorduk. Bu dağlardan birinin üstünde ağaran Kars’ı gördüm. Benim Türk, onu göstererek: “Kars! Kars!” diye bağırdı ve atını dörtnala kaldırdı. İçimde kaygının acısını duyarak, onun ardı sıra gidiyordum ben de. Yazgım orada belli olacaktı. Ordugâhın yerini, orduya hâlâ yetişebilme umudunun olup olmadığını oradan öğrenecektim. Bu sırada gök de bulutlarla kaplanmış, yağmur yeniden başlamıştı. Fakat umurumda değildi benim. Kars’a vardık. Kente yaklaşırken bir Rus trampetini duydum. Kalk borusu çalıyordu. Nöbetçi kimlik belgemi alıp komutana götürdü. Yağmur altında yarım saat bekledim. Neden sonra geçmeme izin verildi. Kılavuzuma, beni hemen bir hamama götürmesini emrettim. Dik, eğri büğrü sokaklardan geçtik. Kötü Türk kaldırımlarında atların ayağı sürçüyordu. Harap bir evin önünde durduk. Hamam burasıymış. Puşkin’in eserde bahsettiği bu hamam, Kars’ta bulunan Osmanlı dönemine ait Mazlumağa Hamamıdır. Puşkin, bu hamamda yıkanmış ve yıkandığı oda ‘Puşkin’in Şeref Yeri’ olarak adlandırılmıştır. Bu odada uzun yıllar boyunca, yazarın büstleri, el yazmaları ve kitaplarından birer örnek sergilenmiştir.
Rus ordusuyla Kars’a gelince Puşkin’in dikkatini ilk olarak, Kars kalesi çekmiş ve bu kaleyle ilgili duygularını şöyle ifade etmiştir: “Kars’ın erişilmez savunma mevzilerine ve yalçın kaya üstüne kurulmuş kaleye baktıkça Kars’ı nasıl ele geçirdiğimize şaşıp kalıyorum demiştir. Kars’tan ayrılıp Erzurum’a doğru giderken gördüğü manzarayı eserinde şöyle tasvir etmiştir: Yarım saat sonra Kars’tan çıkıyordum. Artemi (Benim Ermeni’nin adı buydu) bir Türk aygırı üstünde, elinde esnek bir Kürt kargısı, belinde hançer, Türkleri ve savaşları sayıklayarak yanı başımda dörtnala ilerliyordu. Ekin tarlaları arasından geçiyorduk. Çevrede köyler vardı. Fakat ahali kaçıp gitmiş, hepsi bomboş kalmıştı. Yol çok güzeldi. Bataklık yerleri doldurulmuş, döşenmişti. Derecikler üzerine taş köprüler kurulmuştu. Arazi gittikçe yükseliyor, Soğanlı (eski Toros) sıradağlarının ilk tepeleri görülmeye başlıyordu. İki saat kadar geçti. Bir yamacı tırmanırken, ansızın bizim ordugâhı gördüm. Kars Çayı’nın kıyısına yerleşmişti. Birkaç dakika sonra da Rayevski’nin çadırındaydım.
Erzurum’a doğru ilerlerken yolda gördüğü bir Türk delikanlısına ait cesedi şöyle betimlemiştir. “Atım, dizginini ağzına kıstırmış uçarcasına ilerliyordu. Onu güçlükle yavaşlatabildim. Yolda yanlamasına uzanmış yatan genç bir Türk’ün cesedi önünde durdum. 18 yaşlarında bir delikanlıydı bu. Bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz tazeliğini yitirmemişti. Sarığı tozlar içindeydi. Tıraşlı ensesinde bir kurşun yarası vardı.”